30 Nisan 2014 Çarşamba

TANRI VE İNSAN

TANRI VE İNSAN


İçimizdeki fiziksel bedenimizin bilincini yok edebilirsek,
Tanrıyla yüz-yüze görüşe biliriz.
Çünkü Tanrıyı aklımızla değil, yüreğimizle hissederiz.
İnsan kendi iç sesini izlemeli, algılarını denetleyenler, Dünya'ya egemen olur.
Kendini , Tanrının bir parçası olduğuna inandırır.
Tanrı gerçek değil,
Gerçek Tanrıdır.
Sınırlar gerçeklere ait, Tanrıya değil.

Hüseyin Tepe
29.02.2000 Salı
İz Kültür Evi

SEVGİLİLER GÜNÜ



SEVGİLİLER GÜNÜ

14.02.2000 Bugün "Sevgililer Günü"

Kendimi ve kadınları düşündün bütün gün.
Çıkan sonuç:
Bir kadından faydalanmaya hiç ihtiyacım olmadı.


Hüseyin Tepe
14.02.2000
İz Kültür Evi

AYDIN


AYDIN

Aydınları, başka insanlardan ayıran nokta, mesleki bilgilerinin dışında kalan alanlara da sahip oldukları bilgi ile istedikleri zaman diğer konuları da doğru kavraya bilmelerine, güvene bilmeleridir.
Bunu sağlamanın yolu, farlı sorunları, bir bütünsellik içinde ele alıp, farklı bir biçimde yorumlayabilmektir. Çünkü; karmaşıkları, ancak bir bütün içinde çöze biliriz.
Mesala, ölümlülük, kesin bilinen bir sonuçtur. Ama bir aydın, çocuklarımıza ve gelecek diğer kuşaklara, insanlar arası, çatışmaları,  kendi dar sınırlarımızın ötesinde, insan haklarını aktarabilir.
Yine geçmişi unutmadan, ona sahip çıkarak, var olma kültürünü kullanabilecek, bir geçmiş olduğunu hatırlayarak, bugün ne yapmamız gerektiğini kavrayabiliriz.
Gelecek kuşakları aydın kimliklerin bırakabileceği en önemli miras budur.


Hüseyin Tepe
20.09.1999
İz Kültür Evi

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK

Sorumluluk duygusu özgürlükle başlar,
Özgürlük eşittir Sorumluluk. Çünkü, ikisi bir arada bulunur.
Yeter ki, birbirleri ile ilgili bağlantıyı incitmeyelim!

Hüseyin Tepe
10.01.2000
İz Kültür Evi

TANRI

TANRI


Tanrı insan olur; yeter ki insanlar tanrılaşmasın.
Bunu da ancak insanın kendisi bilebilir.
Hiç kimse, bir başkasının iç sevini, tam olarak bilemez.
Bunun içindir ki "Enel-hak duygusu, insanın kendi iç hissine ait bir şeydir.

Hüseyin Tepe
02.01.2000 Saat 17.oo
İz Kültür Evi Bursa

İNSANIN EVRİMİNDEKİ-KUTSALLIK


İNSANIN EVRİMİNDEKİ KUTSALLIK

Kutsallık semavi dinlerinde vardır. Ve doğu kültürüdür. Bu durum 17 ci yüzyıla kadar egemenlik kurmuştur. Bu yüzyılda Spinoza, Moliere, Coldan, Grazio, Rembert,Polodio ve Galileo gibi adamları yeni bir deha çağına imza attılar.
Bundan öncesi; Aristoteles "insan, siyasi bir hayvandır" der.
Zaten "insan, ancak doğa  yasalarına karşı eşittir". Bunu Spartalı Kral Celemaus söyler.
Bu alt yapılar Rönesans'ı yarattı. Ve teknoloji de Rönesans ile modern bilimi başlattı.
Büronu: Evrenin sonsuz olduğunu, ve gezegenlerde hayat olduğunu söylüyordu. Bu düşüncesinden dolayı da, Engizisyonca 1600 de yakıldı.
Rönesans endüstri devrimi ile kapitalizmi yarattı.
Kölenin duru: boyun eğme durumudur! Ancak köle, sahibinin yerine, onun malını işleyerek, sahibini görünürde bıraktı. Köle fikir verir, mal üretir ama, önerdiklerini uygulama sürecinde, denetim hakkı, mal sahibine aittir.
Didorot'un  1778 de ölürken,dediği gibi; "Tanrı ve özgürlük" bunların yani " Tanrıların" ("Canavarların") en soğukkanlısı DEVLETTİR.
Friedrich Nietzsche: "Bu canavarlığını bilimin sürekliliğini ve sanayide kullanımını sağlamak için en güçlü olan kurum DEVLET düzenli para öder! Patronların arada-sırada vereceği 3-5 kuruş ile olma" der.
Bende diyorum ki:
İşte Emperyalist Kapitalist sistemi doğuran, bu güçtür.  Bu öyle bir güç ki, alamadıklarımızdan değil, veremediklerimizden ötürü, yoksullaştırır insanı!


Hüseyin Tepe
15.09.1999
İz Kültür Evi
Bursa



MUTLULUK

MUTLULUK:

İnsanı mutlu eden nesne, ona sahip olmaktan geçmez.
Mutluluk ilgi duyduğumuz şeyin tadına varmaktır.
Çünkü tanına varmak, çok insani bir duyudur...
Yani tadına varmak insanı, kendisi yapar.
Sahip olmak anonimdir (çok kişili) , sahip olmada,  benden bu kadar, demek doğru olmaz.
Ancak, tadına varmakta bu çok net söylenebilir.
Sağlıklı bir ruha sahip olmanın tek koşulu, insanın kendi olmasıdır.Bunu insanın kendisi algılamalı ve uygulamalı.
Başkaları ne kadar anlayabilir bunu! Bu aslında çok  zordur. Çünkü insanın kendisini keşfetmesi, ancak yaşadıklarıyla mümkündür.
Geleceğin, insanın karışışına ne getireceğini algılamak her zaman çok mümkün değildir.
İnsan, yaşadıklarını ancak keşfedebilir. Diğeri ancak bir sezgi olarak kalır. Doğruluğu pek ispatlanmaz.
Bir insanın nasıl biri olduğu,  ancak geçmiş yaşam biçimi ile tespit edile-bilinir. Ancak, insan yaşayabiliyorsa, bilinen yargılardan öte bir kişilik taşıdığı akıldan hiç çıkarılmamalıdır...
Yeni birinin tanımanın tek koşulu; tanıdığımız insana, kendimizi de ifade etmekten geçer.
Bunların altında kalkmanın yollarından en önemlisi de, insanın kendisine nereden kalmıştık diye soru sormasıdır.
Sağlıklı bir ruh taşıyan insan, kendisiyle barışık olmaktan çok kendisiyle savaşmaktan geçer. Ayakta kalmanın, ayakta kalırken güçlenmenin başka yolu yoktur.
Savaşmak, kendisine tahammül etmesinin, kişisel ve toplumsal ilişkilerde, başka insanlardan tat almasının bir yoludur.
İnsan benliğine, tek başına ne iyi şeyler, nede kötü şeyler hükmedemez. Bunu hiç unutmamak lazım. Ama iç yaşantımız (ruh hali) dış etkenlere çok da bağımlı değildir. Çünkü dışımızda olup-biteni, ruh halimiz ile ölçer, biçer, kendimize en az zararlısını tercih ederiz.
Acı çekmek, ağır bedeller ödemek gibi şeyler kolay-kolay unutulmaz. Bunlar hiç bir zaman çıkmayan izlerdir. Ama, insan buna tepki olarak, ayakta kalma güdüsünü harekete geçirir. Böylece yeni dirençler elde eder.
Ancak hastalanmış ruhlar yalnız olup- olmadığına bakmaksızın, sürekli acı çekerler. Bu bir kısır döngüdür. Bundan kurtulmanın yollarından biri, bedenini zorlaması, direncini arttırması, yani kendi imkanlarıyla, boğulmaktan kurtulması şart. Bildiklerinin ötesinde daha fazla hedeflere yönelmesi, bedeninin limitlerini genişletmesi şarttır. Fakat bunu yaparken de kendi-kendisini kutsamaması gerekir. Kendisini dünyanın merkezi sanmaması gerekiyor. Durmaksızın, yeni hatırlamaları hissetmesi koşulların en önde gelenidir.
Unutulmamalı ki; Dünya'ya bildiğimiz, alıştığımız biçimiyle yalnız bir defa geliniyor. Salt bunun için bile elimizden geleninden çok daha fazlasına ilgi duymalıyız....


Hüseyin Tepe
06.07.1999
İz Kültür Evi- Bursa

SEMA VE PEYGAMBER


SEMA VE PEYGAMBER


Alevilerce yerine getirilen sema ritüeli; 
Muhammet Mustafa'nın, Peygamberliği geçiş töreni olarak kabul edilir.
Muhammet Mustafa İslam alemine Peygamber olduğunu yani Allah'ın elçisi olduğunu; Yaptıkları cem töreninde bulunan kırklardan Salman-ı Pak'ın (Salman-ı Farisi)  teklifi ve diğer üyelerin onayı ile kabul edilmiştir.
Bunu ilk seslendiren ise Periyodik zamanlarda cem-leşen (toplanan) Salman-i pak bir diğer aYapılan cemde,bir şeyler yiyip-içmek isteyen bu kırk kişinin yanlarında ancak bir adet üzüm tanesi kalmıştır.
Muhammet Mustafa, elde avuçta olan, bu bir adet üzüm tanesini ezip kırka bölüp, bu törende
ki insanlara eşit bir şekilde tattırarak (paylaşarak) herkesin onayını almıştır.
Komünist ilkelerin temeli sayılan ideaya, mitolojik anlatımlı somut örneğini anımsatıyor.
Çünkü bu kırklar ceminde aynı ilişki içinde olan insanlar, beraber çalışıp, beraber yiyip-içiyorlar.
Bunun günümüze yansıması, horanta (aile) geleneğidir. Somut durum böyle olunca, aslında her ailede, kısmide olsa, komünizmin öz geleneği vardır.
Anadolu'daki tekkelerde; Hristiyanlıkta olduğu gibi, keşiş geleneği yoktur. Elini-eteğini işten, güçten çekim, yan gelip, yatana rastlanmaz.
Tekke dervişlerinin, her birinin yerine getirdiği somut işleri-güçleri, vardır. Kimi ekinci baba, kimi sucu baba, kimi Yunus Emre gibi oduncu baba veya dededir. Yani bu insanlar sürekli üretim içinde olmuş, ürettiklerini de kardeşçe paylaşarak, komin yaşamın en önemli örneğini vermiş, hatta: Pir Sultan örneğinde olduğu gibi; İktidardaki yönetimlere karşı, halkı, hakça düzene doğru örgütlemişlerdir.
Yeri gelmiş, Tanrısının yaptığı şeye bile itiraz etmiştir
Alevi ozan, Tanrısıyla, konuşuyor:

Kainatı sen yarattın
Her şeyi yoktan var ettin.
Beni çıplak dışarı attın.
Cömertliğin, nerde senin.

Ademi sürdün, bakamadın
Cennette de bırakmadın
Şeytanı niye yakmadın
Cehennemin varda senin.


Hüseyin Tepe
5 Mart 1998
Beyoğlu

29 Nisan 2014 Salı

İNANÇ AHLAKTAN ÜSTÜNDÜR



İNANÇ, AHLAKTAN ÜSTÜNDÜR!

Her sabah, uyandığımda, hiç bir şey değişmemiş gibi gelir bana.
Bildiğimiz gerçek yaşayış, yeniden doğar.
Bizde ona bıraktığımız yerden bakarız yaşamaya.
Gücümüzü, basma kalıp alışkanlıkların bıktırıcı çarkı içinde harcamak zorunda olduğumuz, duygusu sarar içimizi.
Yada bambaşka gizlere bürünmüş öyle bir dünya ki, içinden  geçmişe çok az yer var.
Yada hiç yok.
Oysa geçmiş bilinçli bir zorunluluk veya pişmanlık olarak, sevincin, zevkin acı yanı olduğunu, anımsama olarak karşımıza çıkar.
İnanç ahlaktan üstün olduğu için, ruhun hastalıklı yada sağlıklı, sağlam yada bozuk bir takım maddi koşullara kesinlikle bağlı olduğuna, çok seviniriz.
Biliriz bütün düşünce ürünü çalışmaların, eylemden, yaşantıdan ayrılınca,  ne kadar çıplak kalacağını; İngiltere gibi iki yüzlülüğün doğduğu toprağa benzer insan.
Dünyayı tanımamız için ruhumuzu görmememiz gerek.
Yalnız tanrının görebildiği ruhu görmek! Buzu andıran, külleriyle, içten-içe püsküren, alevleriyle yanan kötülüklere gözlerimizi dikmememiz gerek.
Oysaki insan ömrü: başkasının ,yanlışlarının yükünü kendi omuzlarına alamayacak kadar kısadır. Onun için duygu yoluyla, ruhun, ruh yoluyla da duyguyu iyi etmek gerek. Çünkü bunlar ateş gibidir. Ateş: yok etmediği bir şeyi, sertleştirir.
Günah öyle bir şeydir ki, insanın anlından okunur!
Birini tanımak için, onun ruhunu görmek gerek.
Her insanın içinde, cennet de, cehennemde vardır!
Bütün günahlar, söz dinlememe ürünüdür.
Hep merak ederim, insanlar Tanrı'ya dua ederken neden sadece af ister.!
Kötü huylarımızdan kurtar bizi, Şeytana uydurma diye, Tanrıdan günahları için kendilerini cezalandırılmasını niçin istemez acaba!
Öyle günahlar vardır ki, işlenmesinden çok, düşünülmesi insanı büyüler.
Günah bir çirkinliğin, arta kalan kısmıdır.
Bilirim: köylülerin niçin daha az günah işlediklerini, sabahları erken kalkarlar, çünkü yapacak işleri çok.
Akşamları erken yatarlar, çünkü düşünecek pek bir şeyleri yok.
Hayatlarını üretim biçimi sınırlamıştır.
Adamı şeytan dürtmez orada.!
Kent dışında yaşayanların, iyice uygarlık dışında kalmaları bundandır.
Ahlakça bozulmamış olmak ile bilgili olmak, insanı uygarlığa götürür.
Köylerde yaşayanlar bu iki şeye ulaşamazlar.
Köylüler bir şeyi nasıl bulduysa öyle bırakırlar.
Bilseler ki ölüm ve bağımlılık aynı şeydir!
İnsanların ahlaka aykırı dedikleri şeyler, onlara ayıplarını gösteren nesnelerdir.
Bundandır ki, "günahlarımızı bağışla" deriz.
Halbuki: Tanrı'ya dua (teşekkür) bunun tersi olmalı. 
SUÇLARIMIZDAN DOLAYI, BİZİ CEZALANDIR demeliyiz.

Hüseyin Tepe
03 Mart 1998
Beyoğlu

İNSAN-AYNA-AŞK


İNSAN-AYNA-AŞK


Yaşam ve yaşam üzerindeki sonsuz merak, ölümsüz gençlik.
Sonsuz tutku, derin gizli sevkler, çılgınca günahlar; insan yaşarken kaç kez ölümün taklidini yapmıştır.
Ya sonra:
ölümün kendisi o'na el atıp, alır götürür.İşte bu  korkunç rolü, nasıl oynar acaba!
Yaşamanın ne olduğunu, bilen hangi insan, sonsuza dek genç kalmanın fırsatını teperdi!
Biz düşünmesek de, varlığımızın dışındaki şeyler, bizim ruh halimize, tutkularımıza uyarak, harekete geçmezler mi!
Aynaların tılsımı yanı, insana yüzü gibi, ruhunu da göstermesidir...
Mesele; ilkçağın Tanrıları gibi, güçlü, çevik, şen kalmaktır.
Aynanın sevgisindeki sevgi, yücedir, beyinden gelir. Duygularda doğan,  duygular yorulunca, ölen maddi güzellikler, sevgilerden değildir.
Ayna; iyiliklerin ve kötülüklerin gölgesini gerçekleştirir.
Aynalar, giysiler giydirip dünyanın bütün günahlarını güzelleştirmez!
Aynalar güneşin batışını seyrettirir, üzerine bir tek yıldız kondurulmuş, bulutsuz bakır rengi bir gökyüzü ışıldatır insana...
Yaşatır durgun su korkusunu...Düşündürtür insanı, hangisi daha korkunç; günah çizgileri  mi! yaşlılık çizgileri mi! Kondurur masana, yabancı ülke çiçeklerini! ince bir renk uyumu ile yan-yana. Haberdar eder insanı, görünen dünyanın varlığında. Benimsetir insana, ince tuhaflıkların, özentisiz,çekiciliğini!   Akla uygun ilkeleri olan, derli-toplu bir felsefi duygu yüceliği yaratır. Kızar: aşk duygularını, aç bırakıp, boyun eğmeye yada daha doğmadan, acıdan öldürmek isteyenlere! Bilir korkudan, kaçtıklarını! Güçlü tutkular her şeyi ezip, geçer. Büyük üzüntüler, büyük sevgiler, kendi enginlikleri yüzünden yok olurlar.
İnsan, aşk ve aynalar geçmişi olan kadınlardan, geleceği olan erkeklerden hoşlanır...
Ama ben:
en güzel aşklarımı türkü söylerken yaşarım...

Hüseyin Tepe
01 Mart 1998
Beyoğlu

KADINLAR

KADINLAR

Tapınılmak, insanı tedirgin eder. İnsanlık, Tanrılarını ne gözle görüyorsa, kadınlar da, erkekleri, o gözle görüyor. Erkeklere tapıyorlar. Hep kendileri için bir şeyler yapsınlar diye erkeklerin başlarının etini yiyorlar.
Aslında istedikleri her şeyi, önce kendileri vermişlerdir. İçimizdeki aşkı, onlar anlar, yaratıyor. Geri istemeye hakları var elbet...
Çünkü kadınlar erkeklere, yaşantılarının, altınını veriyor, bozuk para olarak geri istiyorlar.
Kadınlar, kendimize saydığımız kadınlarımız, Nazımın deyimi ile "bizim kadınlarımız" erkeklere şaheserler yaratma isteğini aşılar, sonra da bu bunları engeller...
Bir kadın, bir erkeğe yeni bir biçim vermesinin tek yolu vardır. Onu öylesine sıkar ki, adam artık yaşamaktan bezer.
Galiba, kadınlar her şeyden çok katı yürekliliğe değer veriyorlar. Açıktan- açığa gösterilen katı yürekliliğe, Bu konu da çok ilkel bir iç güdüleri var. Onlara eşit haklar verilmesine rağmen, onlar yine de kendilerine efendi arayan birer köle olarak kalıyorlar. Ondandır erkeğin buyruğu altına girmekten hoşlanıyorlar.
Günümüzün büyük facialarından biri de, kadınların insanlığın iyiliği için çalışması, haksızlıkları düzeltmesi, bunu başaran kadınlar: en sonunda derin bir düş kırıklığına uğruyorlar. Yapabileceği  başka bir işi kalmadıklarına inandıkları için. Can sıkıntısından boğulacak hale geliyorlar. Ve erkek düşmanı olup, çıkıyorlar. Halbuki, İnsanın kendi yaşayışının seyircisi olması, yaşamın acılarından kaçmak demektir. Tıpkı din uğruna ölenlerin, boşu-boşuna can vermiş olmalarının insana dokunan yanı olması gibi, güzelliklerin harcanmasıdır. Sanki sanatın, sanatçıyı açığa vurmaktan çok gizlemesi gibi. Halbuki bir şeye aşırı düşkünlük, akıllılık değil, bir nevi aptallıktır. Akıllı insan, tapınma duygularını hiç bir zaman, söz ile anlatmaz. Beyninde, orkideler kadar biçimce kaba, renkçe ince benzetişler vardır. Tıpkı güzel kadınların kocaları gibi. Güzel kadınların kocaları birer camiye benzerler.
Bir kadının bir daha evlenmemesi ilk kocasını hiç sevmemesidir. Çünkü onun için evli yaşamak büyük bir düş kırıklığıdır.
Bir erkek, her hangi bir kadın ile mutlu olabilir, onu sevmedikçe!
Bana gelince:
Ben geleceği olan erkeklerden, geçmişi olan kadınlardan hoşlanırım...
Tanrı;
 Kadınlar yarım kalmasınlar diye, erkekleri yaratmış, acıya katlanabildikleri içinde duyguları ile yaşamasını öğretmiş gibi gelir bana...

Hüseyin Tepe
28.02.1998
Beyoğlu

MUTLULUK-AYDIN

 Mutlu olunca iyi bir insan oluruz. Ama, iyilik edince mutlu olmayız. İyi insan, kendisi ile uyumlu olan kişidir. Başkalarıyla uyum salamaya zorlanmaktan, uyumsuzluk doğar. En önemli şey, insanın kendi yaşamıdır.
Çağının örneğini benimsemek aydın bir kişi için, en büyük ahlaksızlıktır.
Nesneler gibi güzel günahlar da (yasak), zenginliğin ayrıcalığıdır.
Yaşadığı çağı daha da yüceltmeyen, bir aydın nasıl aydın sayılabilir!

Hüseyin Tepe
28.02.1998 Beyoğlu

EVLİLİK

EVLİLİK

Biz, bu Dünya'ya ahlak üzerindeki ön yargılarımızı sergilemeye gelmedik.Evlenmenin en büyük kusuru, insanı bencil olmaktan vaz geçirmesidir. Bencil olmayan kişilikler, renksizdir. Yine de evlendiklerinden, benliklerine yeni benlikler eklenir. Bu da, İnsanı daha geniş çapta örgütler. Evliliğe karşı ne söylenirse söylensin, yine de bir yeni denemedir. Kendimizden korktuğumuz için, başkalarını iyi insan olarak düşünmeye çalışırız. Çünkü iyimserliğin temelinde yalnızca, korku yatar. Gelişmesini önlemedikçe, hiç bir şey maf olmaz. Bir şeyi bozmaya çalışmak, ona yine bir biçim, vermektir. Evlilik, pekte insana yaraşır bir yaşam biçimi, olmasa da, sadece kötü bir alışkanlıktan ibarettir. Evlilik üzerinde bir görüşümüzün olmasını değer tek şey,zaman-zaman aldığımız sevktir.

Hüseyin Tepe
28.02.1998 Beyoğlu

YAŞAMIN SANATSAL GİZİ

YAŞAMIN SANATSAL GİZİ


Yaşamın gerçek gizi,
güzelliği sevmektir.
Sen her  zaman,
sevmeyi, sev.
Büyük aşk;
yapacak başka işleri olmayanlara özgü.
İşte budur;
ayak sınıfının tek işi.
Yalandır;
yaşamı boyunca, bir tek sevenler.
Bu dur;
alışkanlık uyuşukluğu,
yada düş, eksikliği.
Yada;
yaşamın inatçı, gün ışıkları,
Öldürmez adamı.
Dokunmaya değer şeyler,
ancak kutsal olanıdır.
İnsan sevince;
önce kendini aldatır,
sonra başkasını.
Aşk serüveni, budur işte,
Söndür tiyatronun ışıklarını,
Julüet öleli, yüzlerce yıl oldu.
Yaşamın yapısına, yatırım yapan,
iflas etti.
Düşün o ufacık, fildişi gövdenin içinde,
saklı harika ruhu.
Kıskandır, dünyanın bütün ölmüş aşık ruhlarını.
Çağımıza güç veren ilkler değil,
deliliklerdir.
En çok sana lazım olanı,
vermektir cömertlik.
Büyük ozan,
en şairane olmayanıdır.
Çünkü gerçekleştiremediklerini, yazar.
Başkalarının değil,
kendi otopsini yap.
Kızgın gün ışığında,
durmaz, yüzündeki buzdan, maske.
Sanat:
yaşamın inceden, inceden işlenmişidir.
Tanış, sanatla tanış ki,
ekinlerini daha ilk baharda, toplaya bilesin.
Sevinçleri, pek paylaşmasan da,
Üzüntüler içinde açsın,
güzellik duygun.
Yaraları;
kan kırmızı güller gibidir.
Anla,
ruhun maddeyle beden birleşmesini.
Bir şeyin denenmiş olmasının,
ahlaka ne zararı var!
Bizim en zayıf dürtülerimiz,
niteliklerini bildiklerimizdir.
Başkaları üzerinde, deney yapmak,
insanın, kendisini denemesidir.
İşte o zaman,
ılık bir tutku yeli,
ruhumuzu yalar-geçer.
Tenin üzerinden bir düşün sisi geçer,
tutku hapishanesinden, özgürleşir insan.
Ancak ateşli öpücükler,
solgun yanaklı, buzları eritir.
Aşık olmak;
kendini aşmaktır.
Yoksulluk, kapıdan içeri girince,
aşk pencereden dışarı çıkarmış ya!
bütün bunlar kışın söylenmiş sözler gibidir.
Bazı aşklar;
tıpkı şimşek gibidir.
Tam çakıyor derken,
sona erer.
Aşk bazen büyük bir sanattır.
Bazen de;
ikinci sınıf  sıradan bir oyuncu olur.
İkisi de,
taklidin, başka-başka biçimi!
Bunlara;
yaşamdan da, oyundan da az anlayanlar çıkar.
Aşk;
kırağı yağmış çimenli bahçede,
güllere şarkı söyleyen kuşların, dilidir.
Aşık ol.
Ömrünün sonuna dek, aşka, aşık kal.
Her şeyin rengi yorgun düşüp,
solana dek.



Hüseyin Tepe
27.02.1998
Beyoğlu
en şairane olmayanıdır.

28 Nisan 2014 Pazartesi

BİTMEYEN SAVAŞ

BİTMEYEN SAVAŞ



Nedir bu;
bitmeyen savaş...
Nereye baksan kan be, anam...
Bitmeyen öfke, kavga...
Tükenmez göz yaşı,
Dinmeyen açı...
Toprağın bilinmeyen altı...
Ve mezar başında,
ay yıldızlı bayrak...
Yaşamın bu kadarı mı acı!
Yoksa, acının bu kadarı mı!

Hüseyin Tepe
26.02.1998 Beyoğlu

DÜZGÜN YAŞAM

DÜZGÜN YAŞAM:

Yalan, namussuzluk, rüşvet daha rahat bir yaşam sağlıyorsa...
İnsanlara, sen yalanı, namussuzluğu, rüşveti bırak da sürün mü! diyeceğiz..
Desek bile, bizi ciddiye alırlar mı?
Bu nedenle bireyleri değil, önce insanların yaşamını organize eden kurum ve kuruluşları düzenlememiz gerekiyor...
Öyle bir yaşam organize etmeliyiz ki; 
Yalan, namussuzluk, rüşvet vesaire, kimseye rahat bir yaşam sağlayamasın...
Bunu yapamazsak:
katakulli çevirene, karaktersizlik edene, pısırıklık gösterene ne söylesek boşunadır...
Peki düzgün yaşamı nasıl organize edeceğiz!
Toplumcu görüşlerin tartışılmasını, eşitliği, adaleti, iktisadi tenkidi, hesapların açık konuşulmasını...
Yani namına değil, ismine veya kurumuna yazılmış çekler gibi...
Yani bütün gerekleri ile tam demokrasiyi teminatı ile uygulamak gerekiyor...
Büyük ozan Kaygusuz Abdalın dediği gibi...
"Sırrını saklama ki, sadık kalasın" ilkesini uygulamak zorundayız....

25.02.1998
Hüseyin Tepe
Beyoğlu
Barış Partisi İl Örgütü gençleri ile bir söyleşide


ŞİİR DİLİYLE BİR KAÇ,ÖZDEYİŞLERİM

ŞİİR DİLİYLE BİR KAÇ ÖZDEYİŞLERİM

Taşı kuşa at.
Kuş ölür...
Kuşu, taşa at,
Kuş ölür...
Bu nasıl hal böyle
İki ucu boklu değnek gibi...

Ben yargılamam, herkes yapabileceğini yapar.

Geçmiş şeyleri ayıplamak boşuna bir gayrettir.

İnsanların yanlışlığı, sınıflarının özelliğidir.

İnsan konuşmadan önce, dünce eylemine geçmeli, sonra eyleme göre konuşmalıdır.

Düşünmeden, öğrenmek ve konuşmak, zaman yitirmektir. Ancak, bundan sonra, doğru olan şeylere zarar vermeden yüreğinin isteklerini yerine getirebilir.

İnsan istençlerine, seziş yoluyla sahip olabilir.

Erdem: Büyük ve üstün insan, yalnızca doğruluğu, küçük insan yalnızca çıkarını alır. Erdem olduğu yerde kalmamalı, komşularını da etkilemelidir.

İnsan akıllıca davranmayı başkasından öğrenebilir, ama budalalığı kendisi yaratır.

Ne yetkin bir insan olduğu için, gurur duyarım. Ne de iyi olan işlerini başkalarına göstermekten sevk alırım.

Dünya, insan yokluğuna, kanalizasyon yokluğundan, daha kolay katlanır.

Zeka: Şiir ile gelişir, müzik ile yetkinleşir.

Düşünmeden öğrenmek zaman yitirmektir. İnsan konuşmadan önce eyleme geçmeli, sonra eylemine göre konuşmalı.

Her iktidar korkak ve bağımlı insanları yönetmeyi tercih eder.

İvecen atak dere hiç bir zaman denize ulaşamaz...
Uyumlu ağır akan ırmaklara yutulur gider...

Kendi yuvanı kendin kurarsan, yuva seçmek gibi bir sorunun olmaz...

İyiyim yada kötüyüm, nasılsam öyle kabul edin beni...

Maden insanların kendi gözü var...
gözlüğü de kendisinin olsun...

Çocuklar ana-babalarını önceleri sever,
Sonra yargılarlar...
Bazen de bağışlar...

İnsan yaşantısını sanatçı gibi sürdürürse, beyni kalbi demektir.
Çünkü sanatta ruh vardır...

Yaşlılığın en kötü tarafı, yaşlı olması değil...
genç olmamasıdır...

Sanat eylemi etkilemez...
eylem istemini ortadan kaldırır...
Sanat iki yüzlüdür...
Çünkü; hayatın tekrarıdır...

Tanımadığın, bilmediğin bir küheylana değil,
alışkın olduğun ata, kendi atına bin...
El atı, adamı öyle bir çalar ki yere...
Şaşar kalırsın...

İçme tanımadığın şarabı...
O senin,
Sen onun dilinden anlamazsın!
Birbirinizi tanımanız hayli zaman ister.
İçerim şarabı, alıştığım bardakla...
Ben o bardağın kaç yudum içki aldığını,
Neresinde durmam,
Neresinden devam etmem gerektiğini,
İyi bilirim...

Tuz-ekmek bölüşmemiz gerek...
Bırak onları;
Öz analarının, öz ocaklarında pişirdiği aşın tadını,
unutanlara bırak...

Açık tut kapını, konukların olsun...
Çünkü her  zaman tütün bulunur yanında...
Sar bir sigara,
kendine özgü yanı var...
Sararken duyduğun sevkten, yoksun bırakma kendini...
Bırak İsviçre malı, gazlı çakmağı...
Çak demiri, Kav'a...
Salla, bir-iki havaya,
tut Kav'ı burnuna...
Hazır sigaraların hepsi, biri-birinin aynı...
Sarma sigara öylemi?
Yalnız kendisine benzer...
Kutuda alıp, tüttürdüğüm sigaramı,
yoksa;
tütünün hasından, özene-bezene sardığın sigaran mı!
Söyle bana;
Hangisi daha lezzetli...

Bak aynaya; utancın maskesini senden başka kimse görmesin!
Ruhunun düşündüğü ayna, gösterir sana...
Boyun eğersin, daha yüce etkiye, daha yüce bir tutkuya...
İşte karşında günahın, gözle görülür bir simgesi...
Ruhuna verdiğin zararı, sana hatırlatacak, bir imge var karşında...
Topla, yaşantının kızıl ipliklerini...
ör kendine, bir nakış örneği...

İnsanı rahatsız eden, günah çıkardığın papaz değil,
O'na içini dökmesidir...
Ondandır ki, bağışlanmış duygusu kapılır...

Duygularımızın üstün yanı, bizi oradan oraya, sürüklemesidir...
Bilimin üstün yanı, hiç duygusal olmamasıdır...

Tutucularla birlikte yemek ye,
Özgürlükçülerle birlikte düşün...

Yüz kızarması insana, gençken yakışır...
İnsan gençliği yeniden elde edebilmesi için,
Yine gençliğindeki çılgınlıkları yapmalı...
Yaşamın en büyük gizlerinden biri budur!

İnce şapka ile kavgaya girilmez,
sertliğe karşı direnci yoktur!

Ölme bir söz söylemeli ki, kitaplar sönük kalsın!

Sevmeli kitap okumasını, yazmaya kalkışacak kadar sevmeli!
Yazmalı kitapları, Acem halisi gibi güzel,
onun kadar düş ürünü bir roman, süzülmeli ışıkları,
Bir yaz sıcaklığının, kayısı renkli ışığı gibi.

Erkek; yorulduğu için,
Kadın; merak ettiği için evlenir...
Sonunda ikisi de düş kırıklığına uğrar...
Sevmeli insan; evlenemeyecek kadar sevmeli!

İki çeşit kadın vardır, boyalılar ve boyasızlar...
boyasız kadınlar çok işe yarar!

Genç kalmanın gizi,
hiç bir zaman, can sıkıcı bir duyguya, kapılmamaktan geçer.

Vicdan, ruhun gözle görülen simgesidir.
Kar yağarken, gün ışığı almaya benzer...

İyi niyetli kararlarda, bir uğursuzluk vardır.
Hep iş işten geçtikten sonra verilir.
İyi niyetli kararlar, bilim yasalarına boşu-boşuna karışmak demektir.
Kökü doğrudan-doğruya, kendini beğenmişliğe dayanır.
Sonucu da tam bir sıfır.

Daha iyi yaşamak için, daha iyi anlamak lazım.

Modernliği içsel bir anlayış olmadan, dış cephesiyle kabul eden bir toplumuz.
yani hepimiz kostüm olarak, medeniyiz o kadar.

Şartlar: yeteneklerin üstünü örtemez!

Özgürlük yanlışı çağrıştırmıyorsa, sahip olmaya sahip olmayı değmez!

Eşcinsellik: İnsanın kendi türünün üretimine, yabancılaşmasıdır.

Evlilik: cinsel araç değil, soyun devamını, teminidir.

Serbest ticaret: yasalardan arındırılmış ticarete, verilmiş yanlış bir addır.

Ölüm: İnsanlar ölmeden önce, niçin öldüğünü bilmek ister!
İnsanlar için ölüm, cenneti,bulmak için kaybetmektir.

Dünya, tanrının ailesidir.

Dua: yaşlı insanların eğlencesi değildir.

Zor: zor altında olan bir insanın aklı, gelişmez, tan tersine geriler.

Bağışlama: Bağışlamak, güçlünün özelliğidir.

Din: Dinler aynı nesneden (noktalardan) buluşan, farklı yollardır.

Eylem: Kalıcı olanı, yapmaktır.

Sevgi: başkalarına verilen acıdan değil, gönüllü olarak üstlenilen acıdan beslenir, düşmanına dosttur.

Ruh ve Güç: ruhumuz güçlüyse, fiziksel güçsüzlük yok olur.

Korkaklık: Doğru olan şeyi görmek ama yapmamak korkaklıktır.

Korkaklık ve Şiddet: Korkaklık yapacağına, şiddeti tercih et. Bu ancak, sadece bu iki çözümden birini tercih etmek zorunda olduğun zaman kullanılmalıdır. Fakat bu, iyiliği temsil etmez. Bağımlılığın en büyüğü; korkaklıktır.

Güç: kullanılabilen irade (istek) yenilmez güçtür.

Şiddet ve Yalan: yalan şiddetin anasıdır,

Din ayrımı: Dinler arasından ayırım gözetenler, uyumsuzluk yaratıp, dinsizlik yolunu açar.

İntihar: Kendisiyle dalga geçmeyi başaran, intihardan uzak kaçar.

Ne despotizm,
Ne kölece yaşama, boyun eğme...
Ne kırılacak kadar kuru
Ne paçavra gibi, sıkılacak kadar yaş olma...
Ne bir damla yağmur ile ıslananlardan,
Nede bir üfürükle tutuşanlardan ol...

Hüseyin Tepe
24.2.1998 Beyoğlu

İNSAN

İnsansız dünya,
dilsiz ağız,
yüreksiz göğüstür...
Maymundan insana geçiş,
uzanan yol...
İkibuçuk milyon yıl oldu...
Uzun yol, çok uzun yol aldı...
Bir sarhoş,
bu yolun tersine koyuldu...
Ve bir saat içinde...
yeniden hayvan oldu...

Hüseyin Tepe
24.02.1998 Beyoğlu

KISA BİRİNCİ SİGARAM...


Benim devrimci sigara aşkım...
Her içişimde, içime çektiğim dumanlı nefesim...
Yıllarca seni nasıl da özlemle telleyerek, dumanını içime çektim...
Seni önce içime haps edip...
sonra dışarı üfleyip,
çıkardığının hareleri göz ucuyla izler özg...ürlüğüne kavuştururdum...
Şimdi sigara içmiyorum ama, kazara içsem, şunu bilmeni isterim ki yeniden, ilk tercihim sen olursun...
Hala gözüme ne güzel görünüyorsun öyle...
Sigara içmiyorum diye bana gönül koyma, ben seni değil, tütünü terk ettim...
Devamını Gör
HATIRLAYANLAR PAYLAŞSIN...!!!Aysel Ünal ve Mine Üstünuçar ile birlikte.

27 Nisan 2014 Pazar

ÖYLE OLMAZ!

İki ayağımız üstüne kalkalı, İkibuçukmilyon yıllık bir geçmişe sahip insanlık tarihimizde ancak onbinyıllık bir yazılı tarihe sahibiz...
Bu güne kadar her ne bulmuş, her ne yapmış, isek muhalefetimiz sayesinde yapmışız...
Yani "Öyle olmaz demek", bizi yönlendirmiş, var olan nesnelerden yeni yeni şeyler yaratmışız...
Öyle olmaz demiş ve yeni yeni sorular sorup, cevaplar bulmuşuz...
Bundan daha güçlü bir yaratma olabilir mi?

Hüseyin Tepe
12 Ağustos 1997 Beyoğlu

LAİKLİK:

Yapısı gereği Demokratik Devrimlerin hepsi laiktir.
Çünkü Demokratik Devrimler Hakimiyeti Şeriattan yani Havra-Kilise veya Cami den  yani Ruhban sınıfından elinden alır, Yönetimi, halkın kendisine teslim eder...
Zaten laiklik dinin toplumsallıktan çıkarılıp, bireyselleştirilmesidir...
Durum böyle olunca da bir komünist papaz dinini her insan gibi kendi bireyselliğinde, kendi ve tanrısı arasında yani inancında yaşar...
Aslında Hristiyan Demokratlar da öyle, yani dini vecibelerini bireyselliklerinde yaşar, ancak Demokrat yanlarını, Cumhuriyetçi ve laik yanlarını da Demokrasi gereği  halkın hakimiyeti ile paylaşır ve önde tutarlar...
Fransız Komünist Partisi teorisyenleri arasında sayılan kilise papazları vardır...
Bunlar: Abbe Bauller, Garaundy, Althuser gibi papazlar hem dini bütün papaz hem de komünisttirler...
Ülkemiz de ise bu işi sayıları yok denecek kadar az da olsa papaz yada hamamlar yapıyor ama Cami cemaati ve imamlarımız asla bu işe yanaşmıyorlar...Çünkü Diyanet denen Din kurumu buna öncülük edemiyor...

Hüseyin Tepe
12 Ağustos 1997 Beyoğlu

Pire ve Canbaz

Pireler üzerinde inceleme yapan adam, işi cambazlığa götürmüş...
Adam eğittiği pireye hopla deyince pire hopluyormuş...
Adam not defterine not düşmüş " Pireler komut alıyor" diye.
Bir gün aynı pirenin bir  bacağını koparmış...
Yine pireye aynı komutu vermiş "hopla diye"...
Pire iyi-kötü aynı komuta uyarak hoplamaya çalışmış...
Adam pirenin bir bacağını daha koparmış ve "hopla" komutunu vermiş...
Pire komutu almış ve zorlanarak yarım-yamalak hoplamaya çalışmış...
Adam bu eylemden sonra pirenin üçüncü bacağı koparmış ve hopla diye komut vermiş...
Komuta alan pire yerinde bile kıpırdayamaz hale gelmiş...
Pire uzmanı defterine şöyle bir not düşmüş...
"Pirenin üç bacağını kopardığınız zaman, kulakları sağır oluyor"

Hüseyin Tepe
26.03.1997 Beyoğlu

Kaşımak

Sırtım kaşındı ise, benden dahi iyi kimse kaşıyamaz...27.04.2014 Bursa

AT VE İNSAN.

Benim doğduğum köyde, atlı atına evinin önünde ,binmez...
Bilir ki her kesin binebileceği bir atı yoktur...
Komşusuna çaka atmış olmasın diye atını yedeğin alır köyün dışına kadar yürür ve köyün dışında atına biner...
Bu arada geçen zaman içinde de, köyde ne bıraktığını...
Gideceği yerde kendisini nelerin beklediğini, bir kez daha düşünmüş olur...

Hüseyin Tepe
27.01.1997 Beyoğlu

Sigara üstüne:

Tanrı anlatacağı şeye başlamadan önce, ağır-ağır bir sigara yakardı...

MEZAR TAŞI YAZISI

Ne bilge olarak ün saldı,
Ne yiğit olarak.
Ama eğil önünde,
o bir insandı.

KAPI ÜZERİ YAZISI:

"Ey yolcu! Kapımı çalmadan geçersen eğer, Fırtınalar-boranlar üzerine olsun.!
Ey Konuk! Hanemden hoşnut kalmazsan eğer, Boranlar, fırtınalar üzerime olsun!" Dağıstanlı Resul Hamzatov

Hüseyin Tepe 19.01.1997

SANATÇI VE BARIŞ ÜSTÜNE

SANATÇI VE  BARIŞ ÜSTÜNE:

Dünyada ve Ülkemizde barış yoksa, sanatçının yüreğinde de barış yoktur. Düşüncelerin çarpışmasının, duyguların çatışmasının sonu yoktur...Yüreğin ve ruhun dinginleşmesi, yatışması olanaksızdır. Çünkü bütün dünya olaylarıyla, kaygılarıyla, sanatçının yüreğinin içine yerleşmiş olmalıdır. Ozanın dediği gibi, salt yaşlılıktan, eskimişlikten değil, ama aynı zamanda eski yaralardan pek çok sanatçı dostlarım, arkadaşlarım, yitip gittiler...Gidenlerin yerini; yüreğimde kimse alamadı. Onlar yüreğim vurdukça, orada yaşayacaklar...Ama yeni tanıdığım her güzel insan için yüreğim bayram ediyor...
Geçmişe ilişkin anılar, bu güne ilişkin heyecanlar, geleceğe ilişkin düşünceler, yaşamımız boyunca bize eşlik eden üç yol arkadaşımızdır...
Sanatçıları besleyen egemen bu üç yol arkadaşıdır. Başarılarımı ve özürlerimi hep bu süzgeçten geçirdim.
Değişmemezlik; Sanatçının en güçlü yanı değildir...Sanat ruhsal durumdur...Ruhsal durum da hava gibi sık sık değişir.
Ama yine sanatçı için iki temel sınır vardır. Bunlardan ilk sınır öz toprakları yani vatanının sınırlarıdır. İkincisi sonsuza dek seveceğim, sınırsız tutkularımın sınırı olan insandır...
Bu sevgi alanından bir başka sevgi alanına uçurup duracağım yüreğimi... ve bu yolda ölüp gideceğim...
Sanatçı bütün bir insan olmalıdır.
Güzel amacı olanlar, güzel işler yapar. En önemli olmaksızın sanatta var olunmaz...

Hüseyin Tepe
17.01.1997 Beyoğlu- İstanbul

DİL ÜZERİNE


DİL ÜZERİNE:

İnsan anasından öğrendiği dili hiç unutmaz.
Çünkü ilk yaşamı gibi dilini de anasından öğrenir.
Düşünürüm neden, bir tiyatro oyuncusunun, mimikleri, jestleri, sahnedeki hareketleri bana hep ikinci derecede önemli şeyler gibi gelir.
Giysi, makyaj, dekorasyon da öyle...
Tek bir şey önemli benim için:
Söz...
Konuşan insanlar hiç bir sözü atlamasınlar, hiç bir sözcüğü yanlış söylemesinler diye konuşanları, kıskançlığa varan bir dikkatle izlerim...
Atlanılan söz veya yanlış kullanılan sözü yakaladım mı, bir suflör gibi öne çıkar, herkesin duyabileceği biçimde doğrusunu anlatırım.
İnsanlara doğru sözü duyurmuş olmanın hazzını yaşarım...
Yaşamlarımız varsın bir anayol üzerindeymiş gibi ortak olsun diye.
Ama söylemlerimiz,
Dağ çığırları gibi,
Binbir yerden çıkıp,
Binbir yere uzansın.
Varsın birbirilerine benzemez olsun.
Yeter ki yaşamlarımız bir anayol üzerinde ortak olsun...
Hüseyin Tepe
16.01.1997 Saat: 04.oo

Alevilikte Allah ve peygamber inancı Sünnilerle ortaktır.
Alevi inancında Hz. Ali'nin mertebesi çok yüksektir.
Ama...
Sünni mezhebinde olanlar için de Hz. Muhammed'in, oğlu gibi sevdiği damadı Hz. Ali kutsaldır.
Hz. Ali, İslamın kılıcıdır.
Aleviler için Hz. Muhammed soyundan gelen Alevi büyükleri vardır. Örneğin... İzzettin Doğan Hoca...
Sünni ve Alevi arasındaki fark daha çok ibadet ve ritüeldedir.
Alevilerin -camiye gidenleri de vardır ama- genel olarak ibadet mekânları cemevleridir.
Cemevlerinde kadın ve erkek birlikte çember oluştururlar.
Kendilerine özgü semahı vardır.
Her Alevinin bütün yanlışlarına karşı kefili olan bir başka Alevi vardır.
İnanca, geleneğe, etiğe aykırı davranışta bulunan Alevi, bundan zarar gören Alevi tarafından şikâyet edilirse, yanlışlarını düzeltene ve bağışlanana kadar cemevine bile alınamaz.
Alevide alkol yasağı yoktur ama zaten katı etik kurallar nedeniyle ölçüyü kaçıramaz.
Bektaşilikle Alevilik örtüşür.
Bir fark; "Bektaşi olunabilir ama Alevi doğulur..."
Yavuz Sultan Selim'e kadar Osmanlı padişahları Aleviydi.
Yavuz, Mısır'ı zapt ettikten sonra halife olarak döndü ve Osmanoğulları hanedanı Sünniliğe geçti.
Özellikle Avrupa'daki Türk varlığı, Alevi/Bektaşi inanç ve kültürüyle sürdü.
Evlad-ı Fatihan'ların çoğu Alevi/Bektaşi idi.
Daha önce de yazdığımı sanıyorum.
Bir TV çekimi için Üsküdar'daki cemevinde saatler geçirmiştim.
Etkilendim... İmrendim...
Cemevinin odalarında gençler için eğitim sınıfları vardı.
Birinden müzik sesleri geliyordu... Diğerinde yabancı dil eğitimi veriliyordu... Bir diğerinde bilgisayar... Bazılarında el sanatları...
Cemevinin bahçesi huzur veren bir parktı.
Gençler, yaşlılar, kızlar, delikanlılar banklarda oturmuş güneşleniyor ve söyleşiyorlardı.
Parkın ortasında bir küçük ev, tıp merkezi olarak hizmet sunuyordu.
Ücretsiz ilaç veriliyordu. Herkes evindeki fazla ilaçları oraya vermişti.
Yobazlık, çatık kaş, korku yoktu.
Pırıl pırıl, tertemiz ortamda yetişen Alevilerden pek çok aydın çıkmıştır.
Her meslekte pırıltıların yanı sıra sanatta da verimli bir kesimdir.
Aleviler bu toprakların gerçek zenginliğidir.
Onları ayrışmanın, dışlamanın coğrafyasında tutmak büyük yanlışlık olur.
"Türk-Kürt" ve "Sünni-Alevi" ayrılık tezgâhı kuran kirli ellere malzeme vermeyelim.
Kürt kökenli nüfusun küçük bir azınlığının oylarını alabilen DTP ile birlikte saf tutmayı hedefleyen marjinal Alevi fraksiyonları güçlendirecek tutumlardan kaçınmak, Alevi kardeşlerimizle kucaklaşmak gerekir.