24 Ağustos 2017 Perşembe

ULUSALCILIK'DA ADALET




  



ULUSALCILIK'DA ADALET

Türkiye’de zaman zaman tartışılan ve yakın zamanlarda da yeniden tartışılmaya başlayan "Ulusalcılık-Sol" tartışmasına kendini sol sayan hatta sol saymayan birçok sağcı yazar çizer tarafında ve de CHP'li kimi milletvekilleri ulusalcılıkla solu birbirinden ayırırken, kimileri ise bunu sert bir dille eleştiriyor.

Türkiye’de Ulusalcılık-solculuk konusundaki tartışma kafa karışıklığı yaratarak sürüyor

DÜNYA'DA OLDUĞU GİBİ TÜRKİYE’DE Kİ "ULUSALCILAR DEVRİMCİ Mİ, FAŞİST Mİ?

Bilindiği gibi K. Marks Yahudi kökenlidir.1843’te kaleme aldığı “Yahudi Sorunu” adlı makalesi büyük yankı uyandırdı. Makalesinde, dinle siyasetin yerini çözümledi ve ona göre Yahudi meselesi, genel olarak laiklik sorununun bir parçasıydı. Laiklik ise gerçek dini özgürlüğün olmazsa olmaz koşuludur,
Karl Marks’ın Yahudi kökeni, yaşamı boyunca kendisine karşı kullanılmıştır.  Marks, bu makalesi yüzünden anti-semitik yani ırkçı olmakla suçlandı!

Türkiye’de ki bu “kafa karışıklığına” örnek vermemin nedeni; bazı çevrelerin bir süredir, Türkiye’deki ulusalcıları eleştirirlerken, bir süredir dindarlara, Kürtlere ve özgürlüklere düşman faşist-darbeci olarak tanıtılma çabası içinde olmalarıdır!
Yıllarca bu özgürlükler için mücadele vermiş, nice bedeller ödemiş insanlar, bugün bu tür aşağılayıcı ithamla suçlanmalarıdır!

Devrimi yapanlar ve satanlar
Ülkemizde devrim yapanlar ve devrimi satanların sol literatürdeki Ulusal mesele hakkındaki teorik yetersizliklerinden dolayı muazzam bir kafa karışıklığı yaşanıyorlar...

Diyor ve biliyorum ki eğer Ulusalcılık konusunda yazı kaleme alıyor veya konuşuyorsanız; en azından yeni siyasal düzenler kuran, 1648, 1789, 1848,1871 Avrupa devrimlerini bilmeniz hem sizin hemde hitap ettiğiniz ulus halklarının bilmesi olmazsa olmaz şartların en önde gelen şartıdır.
Yani; burjuvazinin tarih sahnesine çıkışını belgeleyen (1648 ve 1789) ve burjuvazinin büyük ihanetini yazılı kayıtlara geçiren (1848 ve 1871) tarihlerde ki gelişmeleri bileceksiniz.

En basit anlatımıyla ulusalcılık; sanayileşme sonucu burjuvazinin/kapitalizmin tarih sahnesinde yer almasıyla ortaya çıktı.
Bu durum Ticaret burjuvasının, feodal mülkiyete, aydınlanmanın, modernleşmenin, dogmatizmin zaferi olan bir devrimdi…

Bu devrim, bireylerin ümmet karşındaki ve Rekabetin o dönem var olan, lonca karşısındaki zaferiyle, Milet’in, bölgecilik karşısındaki devrimci zaferiydi…
Bu ulusal devrimin amacı; ülke sınırları içindeki halklara bağımsızlıklarını vermek değil; eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde tüm halkları; tek bir dil, tek bir bayrak, tek bir devlet, tek bir gümrük altında, tek bir pazar aracılığıyla yani ortak bir kültürde toparlamaktı.

O yılların Almanya’sında olup-bitene burjuvazinin yaptığı devrimle, ulus-devlet sorununu nasıl çözüme bağladığına Almanya en örneklerden biridir.

Şöyle ki!
Almanya’daki feodalite her bölgede birer prenslik ya da krallık adı altında hüküm sürüyordu. Her biri bağımsız varlığını, -ekonomik ve siyasi olarak- koruma güdüsüyle hareket ediyordu. Her biri, gümrük tarifeleri, para-banka sistemleri, lonca işleyişlerini kendi belirledikleri kurallarla yürütüyordu. Bu prenslikler arasında çatışma ve sürtüşmeye nedeni olarak yaratılan bu durum gelişmekte olan burjuvazinin hareket alanını sınırlıyordu.

Alman burjuvazisi açısından türdeş bir pazarın oluşması kaçınılmazdı. Öncelikle Prusya liderliğinde, gümrük birliği kuruldu! Ve zamanla prensliklerin çoğunluğunun katılımıyla ulusal pazar genişledi.
Ardından Almanya, uluslaşma sürecini tamamladı.

Demek ki, bir topluluğun uluslaşmasının nedenini, bizzat toplumun maddi varlık koşullarının üretiminde aramak gerekir.
İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya gibi bazı devletler bu duruma yakın veya benzer süreci Almanya’dan daha önce yaşamışlardı.

Peki sonra ne oldu?
Burjuvazi, 1848-1871 yoksulların ve emekçilerin ayaklanmasından korkup monarşiyle/kiliseyle anlaştı ve devrimi sattı!

Gelişme koşulları farklılık taşısa da benzeri Türkiye’de oldu ve ülkede ki az gelişmiş dışa sadakatle bağımlı burjuvazi Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarınca savaşarak yaratılan Devrimi sattı! 
Nasıl mı?

Demokrat Parti’yle birlikte feodaliteyle ittifak içine girdi. Gericileşme süreci böyle başladı…

Devrimcilerle burjuvazinin yolu böyle ayrıldı…
Bugün ülkedeki özgürlük sorununun kaynağı, ulusalcılar değil, feodaliteyle iş birliği içinde olanlardır.

Şimdilerde de Slavlar ve Kürtlere vurgu yapılarak, deniyor ki; Ulusalcılar Kürt’e düşman!
Tarihsel gerçekle bağını koparan çevrelerde böylesine büyük kafa karışıklığı yaşanıyor.

Halbuki Avrupa’daki Burjuvazi Slavlar da olduğu gibi bu devrimi her ülkede başaramadı!...

Slavların temel sorunu, monarşist feodal egemenlikleri yıkmayıp, kendi varoluş koşullarını gelecekte değil geçmişte aramalarıydı! 
Yüzyıllardır içinde bulundukları donmuş yapı, onları doğası gereği bu yapının korunması yönünde bir çabaya sevk etti.

Bu nedenle, Hıristiyan Ortodoksluğun merkezi Rus Çar’ın başını çektiği bir Slav bütünlüğü içerisinde yer almak istediler: yani Panslavizm.
Gerçek olarak yaşanan bu durum ortaya şunu çıkardı:

Ulusal bir pazarın ve onun ifadesi olan kapitalist üretim ilişkilerinin olmadığı veya yaratılamadığı durumda, söz konusu topluluklar/etnisite kendi varlıklarını koruma güdüsüyle gerici bir işleve sahip oluyor.
Bu sebeple; Avrupa devriminin baş düşmanı durumuna gelmiş olan Avrupalı Slavlar, Rusya Çarlığı tarafından hep kullanıldılar…

Marks’tan Lenin’e kadar “Sol’un önderleri” ulusal hareketleri, aydınlanma savaşımının bir parçası oldukları ve gericiliğe karşı savaştıkları sürece destekledi.
Marks, bu nedenle Osmanlı devletinde Mithat Paşa’nın yapmak istediklerini destekledi…

Lenin, bu nedenle Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yapmak istediklerini her türlü katkı sağlayarak destekledi…
Yine bu nedenle Avrupalı devrimciler; gerici Slavlara karşı çıktı ve ilerici saydığı Polonya’ya destek verdi…
Mesele sevip-sevmeme romantizmi değil tarihsel gerçekçilik budur.
Lenin ne diyor: “Halkın devrimci çıkarları, gericiliğin hizmetindeki bazı küçük ulusların hareketinden üstündür. Bir ülkedeki bir hareket bir başka ülkenin entrikalarının aleti olabilir ve bu işe kilise, mali çevreler ya da kralcılar katılabilir; biz o zaman, bu hareketi desteklemeyiz.”
Bu tarihsel gerçekleri-kavramları bilmeden Türkiye’de bazı çevre ve örgütler hala ne diyorlar: “Ulusalcılar Kürt’e düşman!”
Sapla sananı yeniden birbirine karıştıran çevrelere; Hadi canım sizde! O halde, enternasyonalizm ’in kurucusu Marks da ırkçı! Eylemi?
Kastedilen “Çar’ın” gölgesinde kalarak varlığını sürdürmeyi düşünen “Slavlar” ise haklısınız; hiçbir ulusalcı, feodalizmle barışık, emperyalizm gölgesindeki “Slav Hareketini” desteklemedi, desteklemez de!
Etnisiteye bakmadan; özgür, eşit, kardeş ve tam bağımsız Türkiye’yi kurmak isteyenlerle, devrimci ulusalcıların yolu bir değilimdir!
Ayakları Anadolu toprağına basan, bir orta sınıf isyanı olan, Gezi ruhu işte tam da budur.

Dante’nin (1265-1321), dünya edebiyat tarihinin en büyük eserlerinden kabul edilen; ahrete yapılan yolculuğu anlattığı üç ciltlik “İlahi Komedya” kitabındaki ana karakterlerden biri Virgilius’tur. 
(MÖ 70- MÖ 19 yaşamış, Destan olarak kabul edilen Aeneis’in yazarı ve Roma İmparatorluğu’nun ünlü şiiri, Vergilius)

Dante’yi cehennemde gezdirirken Vergilius; yaşamı soylu amaçlardan yoksun insanlarla ilgili şöyle dedirtir:
“Onların üzerinde durmaya değmez; bir bak geç!..” Der.

Ne yazık ki!… 
Türkiye sol örgüt ya da hareketleri “üzerinde durmaya değmez” adamları hep dikkate aldı. Sonunda ülke insanlarının kafasını karıştırıp işin içinden çıkamaz hale getirildik.

Ne mi anlatmak istiyorum? 
İster aile ister dernek ya da örgüt veya parti örgütleri yani her alanda ki Erkler; her iktidar sahibi gibi, sadece yaptığının ve söylediğinin onaylanmasını istiyoruz!..

Oysa…
Mesele kişisel değildir; tartışma kişiler üzerinden ya da bazı parti ve kurumlar üzerinde yapılırsa da yanlış olur...

Ayrıca… 
Kimse sabah akşam kalkıp “sol… sol...” demiyor; ama “Sol’un değerlerini savunmamız gerekiyor” diyorum…

Peki “Sol” nedir?
Sol; eşitlik, özgürlük, kardeşliktir.
Sol; İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleri sonucu ortaya çıkan bir siyasal kavramdır.
Aydınlanmanın eseridir. İlericiliktir.

21’inci yüzyıl Türkiyesi’nde hala bu kavramları tartışmak abestir; bilerek gerçeği eğip büküp kaba siyaset yapıyorlar!
Tam da yeri gelmişken şimdi sormayalım mı?
Mustafa Kemal ve arkadaşları bu aydınlanma çizgisinden ayrı düşünebilir mi? Diye!
CHP bu ülkede var olurken o günün koşullarında yeni bir devlet yaratırken evrensel solun değerlerini savunarak ve uygulayarak var olmadı mı?
Sol’un değerlerini savunmayacak ise niye var? 
Varlığının sebebi nedir? 
Yoksa bazılarının istediği ve sandığı gibi seçimlerde sandıktan bir-iki puan fazla çıkmak mı?
Bayılıyorum Türkiye’de ki bu cahilliğe desem haksız sayılmış olur muyum?

Yeniden soruyorum:
Hangi batılı sosyal demokrat parti?

Yunanistan mı?
İspanya mı?
Fransa mı?
İngiltere mi? 
Schröder, Blair, Papandreu, Gonzalez mi?
Hangisi?
Gerçek şu ki; Neoliberalizme yenik düşen o partiler yerlerde sürüklenmiyorlar mı?  
Liderleri arkalarına bakmadan kaçmadılar mı?
Türkiye’deki asıl kavga, neoliberalizme boyun eğip eğmemek değil mi?
Halkçı parti olup olmamak değil mi? 
Bize yani halka sunulan ise yerseniz, Solculuk-Ulusalcılık kisvesi altında, herkes kafasına göre siyasi kavramları tanımlıyor. Yazıyorlar; 
Fransız Devrimi’nin ürünü milliyetçilik kavramının ne olduğunu bilmeyenler bu topraklarda “akil adamlık taslıyor bize!

Diyorlar ki:
Ulusalcılık ile solculuk yan yana olmazmış? 
Şimdi ben soruyorum size, bu savınızın referans kaynağı nedir; CIA mı, MOSSAD mı?
Tekraren diyorum ki!
Bakın!
En basit anlatımıyla ulusalcılık; sanayileşme sonucu burjuvazinin yani kapitalizmin tarih sahnesinde yer almasıyla ortaya çıktı.
Bu bir devrimdi!…
Ticaretin, feodal mülkiyet karşısındaki zaferiydi!...
Aydınlanmanın-modernleşmenin, dogmatizme karşı zaferiydi!...
Milet’in, bölgecilik karşısındaki zaferiydi.
Birey ’in, ümmet karşısındaki zaferiydi!...
Rekabetin, lonca karşısındaki zaferiydi!...
Ve bu ulusal devrimin amacı; ülke sınırları içindeki halklara bağımsızlıklarını vermek değil; eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde tüm halkları; tek bir dil, tek bir bayrak, tek bir devlet, tek bir gümrük altında, tek bir pazar aracılığıyla toplamaktı.
Ulusalcılığı, iktisat biliminden ayrı düşünemezsiniz…
Ulusalcılığı, İktisat biliminden ayrı düşünürseniz de; halkın malı olan kurum ve kuruluşları özelleştiren devlet yönetimlerine karış çıkmayan MHP olursunuz! 
Bilmem anlattıklarımı anladınız ya da meramı mı anlata biliyor muyum?
Kafa karıştırıyorlar.
Sirmon Bolivar- Chavez; Joe Marti- Castro ilişkisi hakkında bir tek cümle bilgileri olmayanlar. Ulusalcılık ile solculuk yan yana gelmezmiş! Diyorlar…
Hadi be! Or.dan denmez mi? Size…
Onların gizli niyetini biliyoruz da…
Ülkemin gerçeklerine dayalı koşullar gereği, Kürt sorununu çözümünde ABD-Barzani-İsrail dayatmalarına boyun eğmek zorunda mıyız? 
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde sorun çözülemez mi?
Mesala: dün “Kürt yok” diyen Taha Akyol gibi liberaller, bugün başımıza neden “Kürtçü” kesildi?
Neoliberalizmin, tüm dünyada toplumsal muhalefetleri bölmek için bir araç olarak kullandığı etnisite tuzağına ülkemin sol siyasal kimlik ya da örgütleri nasıl düşer?

Evet…
Bu ülkede var olan tüm tenisteler gibi, Kürt de bu ülkenin zenginliğidir.
Tüm halklarımızı olduğu gibi, Kürt’ümüzü de Ortadoğu bataklığının taşeronu yaptırmamalıyız!
rt’ümüzü feodalizmin bataklığına sürükletmemeliyiz!
Ve sen ey kurnaz yağdanlıklar!
Vergilius haklıdır! 
Ve bunu bize Gazi Mustafa Kemal; Gençliğe Hitabesinde söylemiyor mu?

Hüseyin Tepe