26 Ekim 2017 Perşembe

SEÇİMLER VE AKP -MHP İŞ VE GÜÇ BİRLİĞİ



  1. AHA' DA BURA'YA YAZIYORUM!
  2. Bu ülke 'de erken-geç veya daha önce belirlenmiş zamanlarda yapılacak hangi seçim olursa olsun bilin ki: bundan sonra AKP ile MHP ittifak kurarak seçim çalışmaları yapacak ve öyle sandık başlarına gidecekler, sabredin pek yakından göreceksiniz...
  3. AKP sizi başka türlü alıştırmıştı ama bu defe sağda ne kadar parti varsa kendi çatısı altında toplamaktan ziyade garantisi belli bir oy potansiyeline sahip Devlet Bahçeli yönetimindeki MHP'ye belli oranlard...a Millet Vekili verilerek seçimlere girecek, böylece hem seçilmesi zor olan Recep Tayyip Erdoğan tek kişilik Devlet Başkanlığı koltuğuna oturmuş hem de seçimlerin yüzde ellisi yada daha fazlasını garantilemiş bir çoğunlukla millet meçlisine girmiş olacaklar....
    Bu aynı zamanda MHP nin de uğrayacağı oy kaybının gizlenmesini sağlayacak hemde en az şu anda sahip olduğu sayı kadar Millet Vekilinin seçilmesini onlarda garantilemiş olacaklar...
    Millet Meçlisinde Millet Vekilleri yemin ettikten sonra "her koyun kendi bacağında asılır" misali yeni seçilen her millet vekili eski partilerine dönmüş olacaklar...
    Bu kıvrak ve kendi aralarında iyi organize olmuş iş ve güç birliği sayesinde uğrayacakları ve göze alamayacakları hiç bir risk yoktur...
    Yapılan hesap-kitap bu olunca Meral Akşenerli "İYİ PARTİ" nin Türkiye Büyük Millet Meclisine girip girmediği yada ne kadar oy alabildiği kimin umurunda olur veya kime ne fayda sağlamış olur?
    Diye sorumu sorduktan sonra, "söz" pek zorunluluk olmadıkça bu konuda tek satır bile yazıp sizleri yormayacağım.

BERAMOĞLU VE MERAL AKŞENERİN PARTİSİ

  1. VER GAZI- VER GAZI...
    ÇEVİR KAZI YANMASIN!..
    1960 lı yıllarda Osman Bölükbaşı diye bir Kırşehir Millet Vekili vardı...
    hani şu Adnan Menderes'in Kırşehir'i ziyareti sırasında Kırşehirlilerin onu protesto ettikleri hatta Ankara'ya dönüşünde Menderesin arabasının arkasına teneke kutuları bağlayıp uğurladıkları Adnan Menderes......
    Kırşehirlilerin bu hareketine ve Demokrat Partiye hiç oy vermediklerine kızan ve bu nedenle de Hacıbektaş İlçesini Kırşehir'den ayırıp Nevşehir'e bağladıktan sonra da Kırşehir'i İlçe yapan Demokrasi şehidi diye lanse edilen Adnan Menderes...
    Neyse gelelim bizim Kahramanımız Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)Kurucusu ve Genel Başkanı Osman Bölükbaşı'na...
    Bir parantez açarak söyleyeyim: Bu parti daha sonraları Alpaslan Türkeş tarafından zorla elinden alınarak partinin ismi de değiştirilerek bugünkü adıyla olur Milliyetçi Hareket Partisi ve şimdilerde de Parti Genel Başkanı olur Devlet Bahçeli, diye parantezi kapatayım.

    Asıl anlatmak istediğim 1960 yılların ortaları ve 1970 lı yılların başı Türkiye de genel seçim çalışmaları yapılır...
    Bizim kahramanımız Osman Bölükbaşı öyle bir hatiptir ki hiç kimse konuşmasını kaçırmak istemez...
    Ama girdiği her seçimde de söylenmeyecek kadar az oy ile ödüllendirilir...
    Osman Bölükbaşı katıldığı her seçimde Taksim meydanında İstanbullulara hitap ederken etrafını bıçkın solcu gençler sarar öyle bir tempo tutarlar ki Osman Bölükbaşı coştukça coşar, elinde el mikrofonu hitabetini sürdürürken bizim bıçkın genç solcu gençler mikrofonun ses dağıtım kolonlarına giden kablolarını keserler...
    Bir taraftan da Sesin burada duyulmuyor-duyulmuyor dile tempo tutarlar...
    Sevgili Osman Bölükbaşı da ses tonunu daha da arttırarak konuşması duyulsun diye elinde geleni yapar ama gençler hala duyulmuyor der dururlarken bir diğer bıçkın gençler de Osman Bölükbaşının yanına sokularak onu omuzlarına alırlar, Osman Bölükbaşında heyecan dorukta iken omuzlardaki Osman Bölükbaşının poposuna alttan-alttan parmak atar çimdik atarlar...
    Bu defa Osman Bölükbaşı avazı çıktığı kadar beni indirin- beni indirin diye bağırır kendisini yerlere atmak ister ama etrafı sıkı sarılı olduğunda kendisini bir türlü yere bırakamazdı...
    Behramoğlu'nu okuyunca neden se demeyeceğin...
    benim Aklıma bu yaşanmışlık geldi ...
    Haydi bakalım verin gazi- verin gazi ama nafile...
    Umduğunuz olmayacak...
    Kurtuluş arıyorsanız kendinizden başlayın...
    Kuyrukçulukla...
    Tembellikle...
    Hiç bir iktidar değişmemiş...
    Hiç bir iktidar değişmez vesselam...
    Devamını Gör

  2. Meral Akşener gerçeği
    cumhuriyet.com.tr


  3. BeğenDaha fazla ifade göster
    Yorum Yap
    Yorumlar
    Kenan Davutoğlu Vay be..."sen neymişsin be abla..."

    BeğenDaha fazla ifade göster
    Yanıtla
    11
    2 Ekim, 18:58
    Yönet
    Hüseyin Tepe Osman Bölükbaşı'nın kısa yaşam öyküsü:
    Osman Bölükbaşı doğumu 1913, Mucur -ölümü 6 Şubat 2002, Ankara,
    Uzun ömrü, renkli kişiliği, hazıɾ cevaplı ve sürekli muhalefet anlayışı ile Türkiye siyasetinde iz bırakmış bir siyasetçidir.
    Halk onu “Nazar Boncuğu_ TRT Osman, Anadolu Fırtınası lakabıyla tanımıştı.
    1913'te Hasanlar Köyü'nde doğdu. Oɾta öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde tamamladı. Yüksek öğrenimini Fransa’daki Nancy Üniveɾsitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü'nde yaptı. Buradan 1937'de mezun oldu. 1938'de Tüɾkiye'ye döneɾek Kandilli Rasathanesi'nde asistan olarak çalışmaya başladı. 1940'ta Haydarpaşa Lisesi'nde öğɾetmenlik yaρmaya başlayan Bölükbaşı, 1946'da Demokrat Parti’ye (DP) giɾdi. Parti genel müfettişliğine atandı. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına kaşı seɾt biɾ politika izlenmesini isteyen biɾ grubun iςinde 1947'de DP'den ayıldı.
    Temmuz 1948'de Millet Partisi’nin kurucuları aɾasında yeɾ alan Bölükbaşı, 1949'da İsmet İnönü ve Celâl Bayar’a komplo düzenlemek iddiasıyla tutuklandı, ancak kısa biɾ süre sonɾa serbest bırakıldı. 1950 Genel Seςimleɾi'nde Millet Partisi’nin tek millet vekili olarak Kırşehir’den TBMM'ye girdi. Millet Partisi laikliğe aykırı politika ürettiği gerekçesiyle 1953'te kapatıldı.
    Bölükbaşı bunun üzerine Şubat 1954'te bir grup eski Millet Partisi üyesi ile birlikte Cumhuriyetςi Millet Partisi'ni kurdu. Bu partinin genel başkanlığına getirilen Bölükbaşı, 1954 genel sehimlerinde bu ilin neredeyse bütün oylarını alarak yeniden Kırşehir milletvekili seςilince, Demokrat Parti hükûmeti Kırşehir'i ilçe yaptı ve Nevşehir'e bağladı. Kırşehir 3 yıl boyunca ilçe olarak kaldı. Bu dönemde hükûmete eleştiriler yönelten Bölükbaşı da Temmuz 1957'de TBMM'ye hakaretten tutuklandı. Kırşehir, Haziran 1957'de yeniden il durumuna getirildi, ancak eski kazalarından Avanos, Kozaklı ve Hacıbektaş Nevşehir'de kaldı. Osman Bölükbaşı'nın köyü Hasanlar köyü de yeniden il olan Kırşehir'e bağlanmayarak Nevşehir'e bırakıldı. Bu durumda, Ekim 1957 Genel Seςimleri'nde Bölükbaşı, Cumhuriyetςi Millet Partisi'nden seςilen 4 milletvekilinin arasında yer aldı. Secim günü haρiste olduğu iςin milletvekili yeminini Ankara Merkez Cezaevi 10. koğuşunda mahkûmların önünde yaptı.
    1958'de DP'ye karşı güç birliği oluşturmak amacıyla CMP'nin Türkiye Köylü Partisi ile birleşmesiyle kurulan Cumhuriyetςi Köylü Millet Partisi'nin (CKMP) Genel Başkanlığına getirilen Bölükbaşı, 1959'da 10 ay haρis cezasına çarptırıldı.
    27 Mayıs Darbesi'nden sonra Kurucu Meclis Cumhuriyetςi Köylü Millet Partisi Temsilciliği (6 Ocak 1961-15 Ekim 1961), 1961 genel seςimlerinden sonra uzlaşmaz bir tutum takınarak koalisyon hükûmetine katılmayı reddetti. Cumhuriyetςi Köylü Millet Partisi Haziran 1962'de, İsmet İnönü'nün kurduğu II. koalisyona katılınca, 28 milletvekiliyle birlikte partiden ayrılarak ikinci kez Millet Partisi'ni kurdu. Bölükbaşı bu partinin genel başkanlığına getirildi. Millet Partisi, Şubat 1965'te Suat Hayri Ürgüplü başkanlığındaki koalisyon hükûmetine katıldı ancak Bölükbaşı, kabinede görev almadığı gibi hükûmete eleştiriler de yöneltti. Bölükbaşı ve arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyetςi Köylü Millet Partisi, 1969 yılında Milliyetςi Hareket Partisi adını aldı.
    Bölükbaşı, 1972'de Millet Partisi genel başkanlığından ayrıldı. İçeride geçen bir olay yüzünden önce Osman Bölükbaşı daha sonra Hasan Koçdemir partiyi bırakmışlardır. Yerine eski Genelkurmay Başkanı Cemal Tural geçti. 9 Eylül 1973'te de 1961'den itibaren Ankara'dan seςildiği milletvekilliğinden istifa ederek aktif siyasetten çekildi. 6 Şubat 2002'de Ankara'da vefat etti.
    Emekli Büyükelçi ve eski MHP Ankara Milletvekili Deniz Bölükbaşı'nın babasıdır.

    Osman Bölükbaşı’nın yazılı kayıtlara geçmiş Sözleri:
    Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim, en karlısının 'din ticareti' olduğunu gördüm. / Osman Bölükbaşı
    Zengin babayı hayırsız evlat, Memur kocayı süslü avrat, Fakiri de kuru inat bitirirmiş. / Osman Bölükbaşı
    İş adamlarına hitaben, 'Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli büyük sermayem'! / Osman Bölükbaşı
    Halka hitaben, 'Sizin harmanınız büyük de taneniz çıkmıyor. Burada beni dinlerken aşka gelip Rahman'ı alkışlarsınız, sandık başına gidince şeytana sarılırsınız'. / Osman Bölükbaşı
    Bir Meclis tartışmasında 'sen erkek misin?' diye soran bir milletvekiline, 'Ben erkekliğimin zekatını versem, sen bile erkek olurdun'. / Osman Bölükbaşı
    Günümüz siyasetçileri için, 'Bunların en namuslusu genelevden emeklidir'. / Osman Bölükbaşı
    Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır. / Osman Bölükbaşı
    Günümüz siyasetçileri için, '40 yıllık kaşar bunların yanında bakire kalır'. / Osman Bölükbaşı
    Siyasi hayatımda beni en çok üzen, ne zaman konuşmaya başlasam İsmet Paşa'nın kulaklığını çıkarıp masaya koymasıydı. / Osman Bölükbaşı

işçi sınıfı


Sevgili Arkadaşlarım:
Murat Belge'nin BİRİKİM DERGİSİNE 16 Ekim 2017 günü yazdığı yazıyı "...." içine alarak aynen yayınladıktan sonra nere de ise tek cümle ile bir cevap yazdım...
"DEĞİŞEN EMEK VE SERMAYE:
Sosyalizm bütün kollarıyla, Sanayi Devrimi’nin bir ideolojisidir ve öncelikle “işçi sınıfı”nın haklarını savunur. “Bütün kolları” dedim; bu “kolların” bazılarının işçi sınıfıyla kurduğu ilişki daha çok “sosyal adalet” zeminindedir: “Sermaye”nin “emek”i sömürmediği bir çalışma düzeni kurmak. Bu Marx’ın kabul ettiği bir analiz ya da çözüm yöntemi değildir. Marx’a göre her türlü “değer”i üreten “emek”tir; “sermaye” ise rastlantıların oluşturduğu bir “fazlalık”tır. Onun için “mülk sahipleri (sermaye)” tasfiye edilmeli ve proletarya egemen olmalı, proletarya sermayeye yer olmayan “komünist toplum”u kurmalıdır.
Marx’ın düşüncelerini netleştirmeye başladığı dönemde, yani 19. yüzyılın ortalarında bu düşünce şüphesiz “radikal”di. Ama gerçeklikten kopuk değildi. Mülk sahipleri sınıfının kurduğu düzenin süreçleri içinde mülksüzleşmiş kesim, proletarya, toplam nüfus içinde çoğunluğu oluşturuyordu. Varolan üretim teknolojisinin çerçevesinde, şimdi kendi malları haline gelmiş fabrikalarda üretimi devam ettirebilirlerdi.
Bu koşullar bugün geçerli değil.
Marx “proletarya” derken metalarla birlikte “artık-değer” de üreten kol emekçilerini kastediyordu. Toplumun kendini yeniden üretmesinin maddî süreçlerinde oynadıkları onsuz edilmez rolün yanısıra “felsefeyi” de özümleyerek geleceğin dünyasını kuracak olanlar onlardı. Sosyalizm açısından önemleri de, sömürülüyor (“eziliyor” v.b.) olmalarından değil, bu “kurucu” potansiyellerinden ileri geliyordu.
Bugünün koşullarında “mavi yakalı” dediklerimizin toplam nüfus içinde oranı gitgide düşüyor. Daha ileri toplumlarda düşüş hızı yüksek. Kol emeğine dayalı üretim gün geçtikçe “periferi”ye doğru sürülüyor. Yerine getirilmesi için gerekli “vasıf” düzeyi de gitgide düşüyor. Tamamının insanlar değil, robotlar tarafından yapılacağı bir dönem (ve bir düzen) artık görüş mesafesine girdi (“science-fiction” olmaktan çıktı). Maddî düzeydeki gelişmelerin yanısıra üretimde “kol emeği”nin oynadığı genel rol de geriledi - “beyaz yakalı” katkıyla ters orantılı olarak. Yalnız “kol emeği” değil, “sermaye”nin de genel üretimde oynadığı rol değişti. Sermaye kurumunun kararlarını CEO’lar veriyor. Öte yandan işçilerin de hisse senedi satın alarak (küçük çapta) aynı zamanda sermayedar kümesine geçmeleri mümkün. Bunların belirleyici olduğunu düşünmüyorum ama değişim grafiğinde bunların da bir yere kaydedilmesi gerekiyor. Emeğin içinde “hizmet” sektörünün, üretim sürecinde “bilgi”nin tuttuğu yer hızla genişliyor.
Dolayısıyla, toplumsal işleyişi “emek” ve “sermaye” uğraklarını (moment) hesaba katarak düşünmeye devam edeceksek, her ikisini de yeniden tanımlamamız gerekiyor. İkisini de yeniden tanımladıktan sonra bile, “üretim”i yalnız bu ikisine dayanarak açıklayamadığımızı anlamamız gerekiyor. Bilgisayarların ve robotların insanları ite kaka kendi etkileme alanlarını genişlettikleri bir dünya düzenine girdik. Yeni girdik sayılır ama girdik.
Bu durum toplumda veya üretimde “emek” katkısını yok etmiyor ama özelliklerini değiştiriyor.
Geçmişte, sosyalist ideoloji ile “işçi sınıfı” arasında organik bir ilişki olduğunu varsayardık. Gerçeklik düzeyinde durum pek de böyle değildi ya da olmayabiliyordu ama en azından sosyalizmin emeği merkeze koyarak inşa edilmiş bir görüş olduğu kesin bir olguydu. Bugünün dünyasında böyle bir ilişkinin devam ettiğini düşünmek zorlaştı. Ampirik düzeyde de, bakıyorsunuz, Paris’te Komünist Parti’nin oy depoları olarak görmeye alıştığımız dış mahalleler şimdi Marine le Pen’e oy veriyor. Doğu Avrupa’da bir zamanların Komünist Parti üst kadrolarının geçen yüzyılın son onyılında milliyetçi ve faşist-milliyetçi ideologlarına dönüşmesine paralel bir süreç - ama yalnız Fransa’ya özgü de değil.
Öteden beri sağ “çıkarlar” çevresinde, sol “ilkeler” çevresinde örgütlenir - ya da, solun, “işçi sınıfı çıkarları ve demokratik ilkeler” çevresinde örgütlendiğini söyleyebiliriz. Geçmişte bu iki nesne arasında bir uyuşmazlık olabileceğini düşünmezdik. İşçi sınıfının ideolojisi de, çıkarları da, zaten toplumda en “ileride”ydi. Bu da şimdi şüpheye bindi: işçi sınıfının kolayca “ırkçı” konumlara savrulabildiğini, sözgelişi “kadın eşitliği” gibi konularda (“bireysel” düzeyde daha çok) son derece “geri kafalı” olabildiğini görüyoruz.
O zaman sosyalizm için “demokratik ilkeler”in önemi artıyor. Bu, bir yandan “sosyalizm/işçi sınıfı” özdeşliğini sarsarken, daha geniş biçimde tanımlanmış geniş “emek” cephesinin başka kesimleriyle yeni diyalog imkânları da yaratıyor - bir zamanlar “küçük burjuva” deyip geçtiğimiz kesimler bunlar.
Bu söylediklerimi öncelikle Batı’nın ileri (“post-endüstriyel”) toplumlarında sosyalizmin karşılaştığı yeni koşulları düşünerek söylüyorum. Türkiye’yi öne alarak konuştuğumuzda bunlar çok da yerine oturmayabiliyor, çünkü burada tarihî gelişmenin seyri epey farklı. Bir kere, işçi sınıfının kendisi, ekonomik-demokratik örgütleri ve işçi sınıfı çıkarlarını savunan siyasî partiler üçgeninde durumlar, ilişkiler, ittifaklar epey farklı. Sosyal-demokrasinin bir olgu haline gelemediği bir toplum Türkiye. Sosyal-demokrat olduğunu iddia eden partinin (CHP) emek tabanıyla bir ilişkisi yok; seçkinlerin partisi. En canlı “sol” hareketlerde işçi sınıfı katılımı asgari düzeyde kalıyor. İşçi sınıfı, bütünüyle bakıldığında, siyasî ve toplumsal düzeylerde toplumun muhafazakâr kesimleri arasında. Siyasî “sol” bilinç bir yana, sendikalaşma bile son derece cılız.
Geçmişte, sol siyasî hareketleri sınıfla yeterli ilişki kuramadıkları için eleştirdik; ancak yeni dönemde bu bir kural haline geldi, hareketin bir “beceriksizliği” olmaktan büyük ölçüde çıktı. Ancak, öyle olması, bunun bir sorun olmasını engellemiyor.
“Sorun” hep vardı: “bilgi”den yoksun kılınmış, fiziksel varlığı ön planda görülen kol emekçileri ile “bilgi sahibi” olarak sosyalist harekete gelip katılan intelligentsia’nın tedirgin birlikteliği… “Uvriyerizm” v.b. eğilimlerin yeşermesine imkân veren, sonuçta gene aydınların üstte kaldığı (genellikle böyle olmuştur) ilişki… Marksist aydınlar, bu konumun çelişkilerini yaşarken, işçileri geleceğin mimarları olarak görmeye devam ederlerdi. Henüz o olgunluk aşamasına gelmemiş olabilirler, ama gelecekler… “Kendinde-sınıf” olmaktan “kendi-için-sınıf” olmaya henüz geçmediler, ama geçecekler…
Oysa şimdi bunlar hepsi değişti. Emeğiyle geçinen bütün sınıf ve tabakaların bugün de sosyalizm safında bir araya gelmesi isteniyor; bu gerekiyor ve aslında mümkün. Ama bu bir araya gelişte ilkeler ve değerler rotayı çizmek durumunda.
Devam edeceğiz. "
Hüseyin Tepe:
Hadi oradan ortanın şaklabanı sende!...
Nerede uydurdun "Marks: işçi sınıfı denince sadece kol gücünü tarif etti!"
Bre zındık Sovyetler Aya giderken sadece kazma-kürek- veya örs- çekiç ve kol gücünü mü kullanmışlardı...
Marks sınıf tanımlarını yaparken üretenleri işçi sınıfı, üretilenleri ellerinde tutan. bundan ayrıca kar sağlayanları da Kapitalist diye tanımlamıştır...
Mesele Dünya kurulurken de böyleydi, dünde böyle, gelecekte de böyle olacaktır...
Ta ki tüm sistemler ömürlerinin sonuna kadar yaşayıp kendi yerlerini terk ede- ede yerini Komünist sisteme bırakana kadar...
sen istediğin kadar yeni şeyler düşünüp söylüyormuşsun gibi yap ve yaz...
bu senin söylediklerin ara aşamalardan bazı zaman aralıklarında; insanların karşılaşacakları varsayımlardan öte hiç bir anlam ifade etmez. İstediğin kadar zorlasan da sınıfsal bir anlam taşımaz...

25 Ekim 2017 Çarşamba

İSTENMEYENE KARŞI ORGANİZE OLMUŞ İŞ VE GÜÇ BİRLİĞİ

İSTENMİYENE KARŞI ORGANİZE OLMUŞ İŞ VE GÜÇ BİRLİĞİ:
Gözlenen, araştırılan ve sorgulanarak içinde yaşamaya çalıştığımız dünya kurulduğundan bu yana tarihin kaydettiği büyük çaplı iş ve güç birliğinin önemini gösteren sayısız örneklerle dolup, taşmakta:
Bu sadece insan sayılan memeliler arasında değil diger memeli hayvanlar ve nebatların iş ve güçbirliği yaparak çatışmalar da zafer daima iş ve güçbirliği yapanların olmuştur.
Sümer,İyon, Roma vesaire gibi yaşanmışlıkları organize edenler büyük beyinlere sahip oldukları ya da işlerine gelen iyi ve yüksek kaliteli alet-edavat yapabilme kapasitesinden değil, becerisiyle fethetmişlerdir...
Sözgelimi 1914 de Rus asilzadeleri, devlet görevlileri ve sermayeyi ellerinde tutan iş adamlarından oluşan Rus orta ve üst sınıfından oluşan, ortalama iki- üç milyonluk nüfus 180 milyonluk işçi ve köylüye hükmederken, Rus elitleri kendi çıkarlarını koruma adına, nasıl beraber hareket etmeleri gerektiğini çok iyi bilirken; 180 milyonluk işçi ve köylüden oluşan halk kitlesi etkili işbirliği kurma ve geliştirme kabiliyetinden yoksundular...
Devrimler için kalabalıklar asla yetmez. Tarihin kaydettiği Devrimler bugüne kadar çoğu zaman büyük kitlelerle değil, olayları ateşleyen küçük gruplarla başlamıştır...
Bu örnekler de bizi: Devrim için bizi kaç kişi destekler? diye sormamızdan çok, bizi destekleyenler ne kadar etkin iş ve güç birliği yapar? diye sormamızı gerektirir...
Rus Devrimi 180 milyon köylü ve işçi Çara karşı ayaklandığında değil, 23 bin üyesi bulunan Komünist Partinin iyi organize olarak, iş ve güç birliği yaparak, doğru zamanda doğru yerde kendilerini bulduğunda 180 milyonluk dev Rus imparatorluğunu yöneten otorite Çar'ın zayıf ellerinde kayarak Kerensky geçici hükümetinin oluşturduğu titreyen ellerine kayarken, 23 bin kişilik Komünist Parti'nin ellerine geçer...
80 yıllık etkin iş ve güç birliği organizazyonu yöntemleri sayesinde iktidarda kalmayı başarırlar...
1989 yılında Sovyetler Birliği Doğu Avrupa'daki Sosyalist rejimlere verdiği desteği kesmiş, Berlin duvarı yıkılmış Polonya, Demokratik Almanya, Macaristan, Bulgaristan ve Çekoslovakya da yönetimde olan Devrimci rejimler yerlerini birbiri ardı sıra değiştirirken...
1965'ten beri Romanya'yı yönetim Nikolay Çavuşesku Temeşvar'da patlak veren isyanlara rağmen bu fırtınaya direneceğine inanarak; gelişmelere karşı önlem olarak Romanyalılara ve dünyanın geri kalanına , nüfusun çoğunluğu tarafından hala sevildiğini ve en azından etkili olduğunu göstermek amacıyla 21 Aralık 1989 da Bükreş meydanında 80 bin kişilik kitlesel bir miting düzenler...
Defalarca halka seslendiği sarayının balkonunda eşi Elena ve partinin diğer önde gelenleri ve korumalarıyla beraber konuşmaya başlar ve meydana topladığı kalabalıktan gelen sevgi belirtileri sayılan alkışlar karşısından olup-bitenden memnun bir vaziyette sekiz dakika geçirirken Romanya Sosyalizmi'nın şanlı tarihini övüyordu...
Mitinge katılanlardan hala kim olduğu tespit edilemeyen birisinin yuhalamaya başlamasıyla ve biri diğerini takip ederken saniyeler içerisinde kitleler yuhalamaya ve "TE-MEŞ-VAR ! TE-MEŞ-VAR!" diye bağırmaya başlar...
Tüm bu olup biten televizyonlarda naklen yayınlanırken, nüfusun büyük çoğunluğu ekran başına kitlenmiş yürekleri ağızlarında olanları izler...
Hemen televizyon yayınların durdurulması istenir ancak televizyonlar verilen emre uymaz ama kameraman elindeki kamerayı gökyüzüne çevirir ve televizyon izleyenler balkonda panik halinde olan parti liderlerinin yaşadığı paniği göremez ama ses kaydını yayınlamaya devam eden teknisyenler sayesinde olan biteni dinlemeyi sürdürürler...
Tüm Romanya yuhalanmaların karşısında sanki mikrofonda teknik bir sorun varmış gibi "Alo! Alo!" diye bağıran Çavuşesku'yu duyar...
Eşi Elena, "Sessiz olun, Sessizlik!" diye halkı azarlar, ta ki Çavuşesku hala naklen yayın yapan televizyon ekranlarında eşini "Asıl sen sessiz ol!" diye susturup meydandaki kalabalığı dönerek; yalvarırcasına "Yoldaşlar! Yoldaşlar! Sessiz olun, yoldaşlar!" diye rica eder...
Ne var ki yoldaşların sessiz olmaya niyetleri yoktu...
Bükreş meydanında toplanan 80 bin kişi Kürk şapkalı yaşlı adamdan daha güçlü olduklarını fark ettiği an oluşmuştu...
Asıl hayret verici olansa, var olan sistemin o andan çoküşünden çok; onlarca yıl ayakta kalmayı başardığıdır...
Peki Devrimler neden bu kadar nadir gerçekleşir? Kitleler harekete geçip önlerine geleni paramparça edebilecekken, neden balkondan onlara emreden bir adama amade, olarak bazen yüzyıllar boyunca alkışlayıp tezahürat etmeye devam ederler?
Aradan geçen zamana rağmen Romanya'da Çavuşesku ve adamları üç önemli hayati koşulu sağlayarak 20 milyon Romanyalıyı kırkyıl boyunca yönetmeyi başardı...
1-Öncelikle Sadık Komünist Parti bürokratlarını ordu, sendika, hatta spor kulüpleri gibi kurumsal ve sivil kitle örgütlerinin yöneticilerini Komünist Parti'yle iş ve güç birliği gibi ağların başına yerleştirdiler...
2-Anti Komünist iş ve güç birliğine hizmet edebilecek ne siyasi ne ekonomik ne de sosyal bir organizazyonun var olmasına izin vermediler...
3-Ara-ara bazı gerilimler yaşanmasına rağmen, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki kardeş komünist partilere sırtını dayadılar...
Romanya'da Çavuşesku önemli bu üç koşul gibi iş ve güç birliğini sağlayamaz duruma gelediğinde kudretini yitirdi...
Balkandaki Çavuşesku'nun ellerinde kayıp giden yönetim gücü tabiki meydandaki kitlelerin eline geçmedi. Kalabalık ve çoşkulu olsalar da nasıl bir araya gelip iş ve güç birliği ile organize olacaklarını bilmiyorlardı...
Tıpkı 1917 de Rusya'daki gibi; tek sermayesi iyi iş ve güç birliği ile organize olan küçük bir grup siyasi aktörün eline geçti...
Romanya' da yönetim Komünist partinin kendi aralarında iş ve güç birliği olarak iyi organize olmuş, ılımlı kanadının perde arkasında durumu yönetmek için kendini "Ulusal Kurtuluş Cephesi" olarak tanımladığı ve bir dönem Komünist Parti Merkez Yönetim Kurulu üyesi Jon İliescu tarafından yönetilen grup tarafından gasp edildi...
Sosyalist sistem döneminde Romanya'da her şey devlet mülkiyetinde iken, Demokratik Romanya hızla varlıklarını özelleştirip, ve olup bittiğinin farkında olarak birbirlerinin ekmeğine yağ sürmek için iş ve güç birliği olarak organize olmuş eski Komünistlere sudan ucuza satarlarken,Bükreş meydanında kelle koltuktan Çavuşesku'yu deviren kitleler iyi iş ve güç birliği organizasyonu yapamadıkları için arta kalanlarla yetinmek zorunda kaldılar...
Daha yakın zamanlarda 2011 de de adına kader denilen hayatın insanların önlerine koyduğu "Kader ağları" Mısır da olup biten için de aynı şekilde ördü...
1989 da televizyonun yaptıklarını 2011 de Facebook ve Twetter denilen yeni medya kitlelerin uyumlu şekilde hareket ederek organize olmalarına yardımcı oldu...
Böylece binlerce insan doğru zamanda Mübarek rejimini devirmek üzere meydanlara döküldü, ancak 100 bin insanı Tahrir Meydanı'na toplamak önemli bir başarı olsa da siyasi mekanizmaya hakim olup gizli odalarda anlaşmalar yaparak ülkeyi yönetmek bambaşka bir iştir...
Sonuç olarak göstericiler Mübarek devrilince oluşan boşluğu dolduramadılar...
Mısırı etkin bir şekilde yönetmek için organize olmuş Ordu ve Müslüman Kardeşler diye yalnızca iki kurum vardı ve Devrim önce Müslüman Kardeşler, sonra da Ordu tarafından gasp edildi...
Şimdilerde hemen yanı başımızda devam eden gelişmeleri görüp izlemekle beraber, Tarihin kaydettiği bilgi ve belgeler ışığında: Ne Çarlık Rusya'sı, ne Romanya'daki Komünistlerle ve ne de Mısırlı Generaller kendilerinden önceki diktatörlerden ya da Bükreş ve Kahire meydanlarındaki göstericilerden ne daha üstün bir zekaya ne de daha mahir ellere sahiplerdi...
En büyük üstünlükleri esnek iş ve güç birliği becerileriydi; Kalabalıklardan daha iyi iş ve güç birliğiyle organize olup, dar görüşlü Çavuşesku ve Mübarek'ten çok daha esnek iş ve güç birliği yapmaya rıza gösterdiler....

19 Ekim 2017 Perşembe

Yeniden Yaratmak

  1. YENİDEN YARATMA
  2. Dört milyar yıl öncesinden Amip den, Sürüngenlere, Sürüngenlerden Memelilere, Memelilerden, Homosapiens ve 21 ci yüzyıldan sonrada Homodeus'a evirilerek gelmiş olan insanlar, tarih boyunca tanrıların her şeye muktedir olmaktan çok...
  3. canlı varlıklar tasarlamak ve yaratmak, kendi bedenlerini değiştirmek, çevreyi ve havayı kontrol etmek, uzaktan iletişimi gerçekleştirmek ve zihin okumak, yüksek hızla seyahat etmek, ve tabii ki ölümden kaçarak sonsuza kadar yaşamak gibi belirli süper güçlere sahip olduğuna inanılırdı...
  4. İnsanlar da tüm bu kabiliyetlere, hatta daha fazlasına sahip olmanın peşinde...
  5. Milyonlarca yıldan sonra binlerce yıldır ilahi addedilmiş belirli geleneksel kabiliyetler, bugün üzerinde pek de kafa yormadığımız çok sıradan uğraşlar haline geldi...
  6. Kayda değer her öngörü insan zihninin yeniden yapılandırılmasını hesaba katmak durumunda ve bunu da hakkıyla yapmak mümkün değil gibime geliyor...
  7. Bizimki gibi zihinler biyoteknolojıyle ne yapabilir? gibi bir soruya pek çok akıllıca cevap verilebilir...
  8. Ancak, Başka türlü zihinlere sahip varlıklar biyoteknolojıyi kullanarak kendi zihinlerini yeniden yaratabilir ve bizim bugünkü zihnimizin olabilecekleri kavramasına imkan yoktur..
  9. Organik alemin sınırlarını aşmak, yaşamın gezegenimiz Dünya'nın sınırlarının ötesinde de var olmasına olanak sağlıyor...
  10. Doğal seçilim tam 4 milyar yıl boyunca yaşamı bu uçan kayanın özgün koşullarına bağlı kıldığından yaşam minicik bir gezegene sıkışıp kalmıştı. En güçlü bakteriler bile Mars'ta sağ kalamıyor...
    Ancak organik olmayan yapay zeka, yabancı gezegenlerde koloni kurmakta hiç zorlanmayabilir. Organik hayatın yerini organik olmayan varlıkların alması gelecekte Kaptan Kirk yerine Mr.Data tarafından yönetilen galaktik bir imparatorluğun tohumlarını atıyor olabilir.
    Bu yolun nereye çıkacağını ya da gelecekte tanrıların andıran nesillerimizin neye benzeyeceğini net ve değişmez olduğunu bilmemizin imkanı yok.
    Devrim niteliğindeki biyoteknolojıyle bu durum daha da zorlaştırılıyor.
    Taşımacılık, iletişim ve enerji alanındaki yeni teknolojilerin etkilerini görmek başlı başına zorluyken, mesele insanın sürümünü yükseltmeyi amaçlayan teknolojilere geldiğinde bambaşka bir mücadeleye dönüşüyor...
  11. Bahsi geçen teknolojiler, insan zihni ve arzularını dönüştürmek için de kullanılabileceğinden, bugünün aklı ve arzularıyla bu etkilerin derinliğini ölçmek, doğal olarak mümkün değil...
  12. Amma gelecekten hep umut var ve gelecek nesillerde elbet yaratılanları kullanacaklar...