1 Ekim 2018 Pazartesi
11 Nisan 2018 Çarşamba
HİCRİ-MİLADİ TAKVİM
Hicri & Miladi Tarih Hesaplama
Hangi Takvime Göre?
Diyanet takvimine göre
Arabistan hicri (Um Al Qura) takvimine göre
Miladi Tarih
Bugün
Hicri Tarih
Diyanet Takvimine Göre 2017 Yılının Dini Günleri
Dini Gün Miladi Tarih Hicri Tarih
Cemaziyülevvel Ayının Başlangıcı 29 Ocak 2017 Pazar
1 Cemaziyülevvel 1438
Cemaziyelahir Ayının Başlangıcı
28 Şubat 2017 Salı
1 Cemaziyelahir 1438
Üç Ayların / Receb Ayının Başlangıcı
29 Mart 2017 Çarşamba
1 Receb 1438
Regaip Kandili
30 Mart 2017 Perşembe
2 Receb 1438
Miraç Kandili
23 Nisan 2017 Pazar
26 Receb 1438
Şaban Ayının Başlangıcı
27 Nisan 2017 Perşembe
1 Şaban 1438
Berat Kandili
10 Mayıs 2017 Çarşamba
14 Şaban 1438
Ramazan Ayının Başlangıcı
27 Mayıs 2017 Cumartesi
1 Ramazan 1438
Kadir Gecesi
21 Haziran 2017 Çarşamba
26 Ramazan 1438
Ramazan Bayramı Arefesi
24 Haziran 2017 Cumartesi
29 Ramazan 1438
Ramazan Bayramı 1. Gün
25 Haziran 2017 Pazar
1 Şevval 1438
Ramazan Bayramı 2. Gün
26 Haziran 2017 Pazartesi
2 Şevval 1438
Ramazan Bayramı 3. Gün
27 Haziran 2017 Salı
3 Şevval 1438
Zilkade Ayının Başlangıcı
24 Temmuz 2017 Pazartesi
1 Zilkade 1438
Zilhicce Ayının Başlangıcı
23 Ağustos 2017 Çarşamba
1 Zilhicce 1438
Kurban Bayramı Arefesi
31 Ağustos 2017 Perşembe
9 Zilhicce 1438
Kurban Bayramı 1. Gün
1 Eylül 2017 Cuma
10 Zilhicce 1438
Kurban Bayramı 2. Gün
2 Eylül 2017 Cumartesi
11 Zilhicce 1438
Kurban Bayramı 3. Gün
3 Eylül 2017 Pazar
12 Zilhicce 1438
Kurban Bayramı 4. gün
4 Eylül 2017 Pazartesi
13 Zilhicce 1438
Hicri Yılbaşı / Muharrem Ayının Başlangıcı
21 Eylül 2017 Perşembe
1 Muharrem 1439
Aşure Günü
30 Eylül 2017 Cumartesi
10 Muharrem 1439
Safer Ayının Başlangıcı
21 Ekim 2017 Cumartesi
1 Safer 1439
Rebiülevvel Ayının Başlangıcı
20 Kasım 2017 Pazartesi
1 Rebiülevvel 1439
Mevlid Kandili
30 Kasım 2017 Perşembe
11 Rebiülevvel 1439
Rebiülahir Ayının Başlangıcı
19 Aralık 2017 Salı
1 Rebiülahir 1439
Diyanet Takvimine Göre 2018 Yılının Dini Günleri
Dini Gün
Miladi Tarih
Hicri Tarih
Cemaziyelevvel Ayının Başlangıcı
18 Ocak 2018 Perşembe
1 Cemaziyelevvel 1439
Cemaziyelahir Ayının Başlangıcı
17 Şubat 2018 Cumartesi
1 Cemaziyelahir 1439
Üç Ayların / Receb Ayının Başlangıcı
19 Mart 2018 Pazartesi
1 Receb 1439
Regaip Kandili
22 Mart 2018 Perşembe
4 Receb 1439
Miraç Kandili
13 Nisan 2018 Cuma
26 Receb 1439
Şaban Ayının Başlangıcı
17 Nisan 2018 Salı
1 Şaban 1439
Berat Kandili
30 Nisan 2018 Pazartesi
14 Şaban 1439
Ramazan Ayının Başlangıcı
16 Mayıs 2018 Çarşamba
1 Ramazan 1439
Kadir Gecesi
10 Haziran 2018 Pazar
26 Ramazan 1439
Ramazan Bayramı Arefesi
14 Haziran 2018 Perşembe
30 Ramazan 1439
Ramazan Bayramı 1. Gün
15 Haziran 2018 Cuma
1 Şevval 1439
Ramazan Bayramı 2. Gün
16 Haziran 2018 Cumartesi
2 Şevval 1439
Ramazan Bayramı 3. Gün
17 Haziran 2018 Pazar
3 Şevval 1439
Zilkade Ayının Başlangıcı
14 Temmuz 2018 Cumartesi
1 Zilkade 1439
Zilhicce Ayının Başlangıcı
12 Ağustos 2018 Pazar
1 Zilhicce 1439
Kurban Bayramı Arefesi
20 Ağustos 2018 Pazartesi
9 Zilhicce 1439
Kurban Bayramı 1. Gün
21 Ağustos 2018 Salı
10 Zilhicce 1439
Kurban Bayramı 2. Gün
22 Ağustos 2018 Çarşamba
11 Zilhicce 1439
Kurban Bayramı 3. Gün
23 Ağustos 2018 Perşembe
12 Zilhicce 1439
Kurban Bayramı 4. gün
24 Ağustos 2018 Cuma
13 Zilhicce 1439
Hicri Yılbaşı / Muharrem Ayının Başlangıcı
11 Eylül 2018 Salı
1 Muharrem 1440
Aşure Günü
20 Eylül 2018 Perşembe
10 Muharrem 1440
Safer Ayının Başlangıcı
10 Ekim 2018 Çarşamba
1 Safer 1440
Rebiülevvel Ayının Başlangıcı
9 Kasım 2018 Cuma
1 Rebiülevvel 1440
Mevlid Kandili
19 Kasım 2018 Pazartesi
11 Rebiülevvel 1440
Rebiülahir Ayının Başlangıcı
8 Aralık 2018 Cumartesi
1 Rebiülahir 1440
Hicri Takvim Nedir?
Hicri takvim, Hz. Muhammedin Mekke'den Medine'ye göç ettiği
miladi 622 yılının 1. yıl olarak kabul edildiği, ayın evrelerine göre hesaplama
yapılan bir kameri (aya göre hesaplanan) takvimdir. Hicri takvim Hz. Ömer'in
zamanında, hicretten 17 yıl sonra toplanan bir kurul tarafından Hz. Ali'nin
önerisiyle kabul edilmiştir.
Hicret hangi tarihte yapıldı?
Hz. Muhammed'in Medine'ye geldiği tarih miladi 16 Temmuz
622, Hicri ise 1 Muharrem 1'dir.
Hicri takvime göre aylar nelerdir?
Muharrem,
Safer,
Rebiülevvel,
Rebiülahir,
Cemaziyelevvel,
Cemaziyelahir,
Receb,
Şaban,
Ramazan,
Şevval,
Zilkade,
Zilhicce
Arapça gün isimleri nelerdir?
Pazartesi - Yevmu'l-İs̠neyn,
Salı - Yevmu's̠-S̠ülās̠ā’
Çarşamba - Yevmu'l-Erbi'ā',
Perşembe - Yevmu'l-Ḫamīs,
Cuma - Yevmu'l-Cumu'a,
Cumartesi - Yevmu's-Sebt
Pazar - Yevmu'l-Eḥad
Hicri ve Miladi Tarih Dönşümleri Hakkında
Bu sayfada hem Diyanet İşleri Başkanlığına göre hem de Suudi
Arabistan ve bazı diğer Arap ülkeleri tarafından kullanılan Um Al Qura
takvimine göre hicri ve miladi tarihler arasında dönüşüm yapabilirsiniz.
Bilindiği gibi dini günlerin tarihleri ile ilgili olarak
İslâm ülkeleri arasında birlik yoktur. Ülkeler farklı günlerde bayram
yapmaktadır. Eğer Türkiye için dini günlerin hesabını yapacaksanız hesaplama
formundaki "Diyanet takvimine göre" seçeneğini işaretleyin. Um Al
Qura takvimi ile çeviri yapmak istiyorsanız "Arabistan hicri (Um Al Qura)
takvimine göre" seçeneğini işaretleyin. Bu takvim, Suudi Arabistan ve Arap
Yarımadasındaki bazı ülkeler tarafından kullanılan bir takvimdir. Ancak Arap
ülkelerinde bu takvime de bir çok itiraz vardır.
Diyanet Takvimine göre yapılan hesaplamalarda Miladi 1 Mayıs
1900 ile 24 Aralık 2022 ve Hicri 1 Muharrem 1318 ile 1 Cemaziyelahir 1444
tarihleri arasında dönüşüm yapabilirsiniz.
Um Al Qura takvimine göre yapılan hesaplamalarda ise Miladi
30 Nisan 1900 ile 16 Kasım 2077, Hicri 1 Muharrem 1318 ile 30 Zilhicce 1500
tarihleri arasında dönüşüm yapabilirsiniz.
RUMİ TAKVİM
Rumi Takvim; Miladi 1840 / Hicri 1256yılına kadar; arada geçen 584 gün farkı olmasının nedeni: İslam
Peygamberi Muhammedin Mekke’den Medine’ye göçünü başlangıç alan geceleri bizi
aydınlatan gökyüzündeki Ayın, gündüzleri bizi aydınlatan Güneş çevresinde değil
de üzerinde yaşadığımız Dünya çevresinde ki dolanmasını tamamladığı gün
sayısını 354.367 zaman dilimi olan günlük Ay (Kamer) takvim sistemi üzerine,
yada sistemi ile Miladi 1840 / ve Hicri
1256 yılından itibaren de dünyanın güneş etrafında dönmesinin esas alan
365.2422 günlük Güneş (Şems) takvimli zaman dilimli sistem üzerine kurulmuş
olarak hesaplanmıştır.
Günümüzde Rumi Takvim, hukuken yürürlükten kalkmış olmasına
rağmen; kamuoyu bakımından oldukça hassas bir konu olmaya devam eder olmuştur.
Halk arasında Rumi takvimin yegâne önemli tarafı; doğum günlerinin miladi
takvime göre yazılmaları (tekabül) ve yaş hesaplamaları ile birlikte, insanlarımız
için eskiden beri ne zamanda ne olacak ve ne zaman ne yapılacak ölçüsü olarak
algılanmış ve yorumlanır olmuştur. Dikkatlerimizi çeken şu ki: Çiftçinin kullandıkları
zaman ölçekleri ayrı, meteorolojik olayları takip eden kişi ve kurumların zaman
ölçüleri ayrıdır. Hatta Katoliklerin kutladıkları bazı yortu günleri bile şimdilere
dikkate alınmayan bu eski Rumi günlere göre uygulanmaktadır. Toplumu oluşturan halkların
bireyleri, daima içinde yaşadığı sosyal çevrenin tesiri altında bulunup onun
şekillendirdiği kültürel biçimde yaşam sürdürmektedir. Düşüncelerinde,
inançlarında, İtikatlarında, adetlerinde ve hislerinde tamamen kendi bireysel özgürlüğüne
sahip değillerdir. Cet olarak bilinen atalarından kendilerine intikal eden kültürel
yaşam hattı hareket kaide ve kurallarına kendisinin oluşturmak istediği özgür
davranış biçimine uymamayı akıllarından bile geçirmezler. Taklit dediğimiz bir
başkasına ya da başkalarına öykünme ile hareket etmenin kolay ve hayattaki
zorlukları yenerek bertaraf etme sebebi ve ataları sayılan cetlerine hürmet
duyguları da cetlerinin bir alt birimini oluşturan bu halk kitlesi ya da tabakası
arasındaki katlanarak gösterdiği teamülü, kaidelere uygulamayı aralıksız bir
biçimde devamlı olarak besleyip takviye etmektedir.
Bu sebeplerle hukuken terkedilmiş bulunan Rumi takvimin
uygulandığı dönemlerde yürürlükteki uygulaması olan kaide ve kurallar (teamül) olarak
devam ettirilmesindeki ihtiyacı ile bütün takvimlerde Rumi tarihe de zorunlu
olarak bir yer verilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde:
1677 yılında Baş Defterdar olan ve 1684 yılında ölen Hasan Paşa’nın
teklifi üzerine kullanılmış her 33 seneden 1 sene atlanmak suretiyle Ay (Kameri)
Takvim ile Güneş (Şemsi) Takvim arasındaki farkı dikkate alarak, mali
kayıtların buna göre düzeltilmesini istemiştir.
Ölümü 1742 olan Defterdar Atıf Efendi 1740 yılında verdiği teklifi
üzerine Hicri 1152 yılından itibaren maaşların ve vazifelerin Muharrem'den
değil de Marttan itibaren esas alınmasını istemesiyle maaş ve vazifelerin buna
göre düzeltilmesi istenmiştir. Kabul edilip onaylanan teklif nedeniyle bu
tarihten itibaren mali yılbaşı mart ayı olarak kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
Milattan sonra 1818 de ölen ve 1794 yılında Defterdar Morali
Osman Efendi; “tefavüt” terimi ile ifade edilen ve hicri yıl ile mali yıl
arasındaki farktan meydana gelen gelir farklılıklarının hesabinin devlet
hazinesine yük olmamasını sağlayan teklifinin kabulü ile mali seneye dayanan
harcama (sarfiyat) ve ödeme (tediyat ya da tediye) seklinin uygulama (tatbik) alanının
genişletilmesi istenmiştir.
1677 yılından Miladi 13 Mart 1840/ ve Rumi 1 Mart 1256
tarihine kadar yalnız mali işlemlerde kullanılan Jülyen Takvim esaslı Şemsi
takvimin bu tarihten itibaren resmi işlemlerde (muamelatta) kullanılmaya
başlanmasıyla isim olarak da “Rumi Mali Takvim” adını almıştır.
Fakat: 8 Şubat 1332 tarih ve 125 sayılı kanunla Jülyen
Takvim esaslı Rumi takvim yürürlükten kaldırılarak, Gregoryen takvimine
geçilmiştir.
125 sayılı Gregoryen Takvimi Kanunun uygulaması başlarken
yürürlük şekli söyle olmuştur: 15 Şubat 1332 tarihinden sondan başlamak üzere 13
gün silinerek 1 Mart 1333 tarihine dönüştürülmüş ve Gregoryen Takvimi Kanununda
ki yeri (1917) günü takip etmiş, bu tashihler yani daha önceki tarihten 13 gün
silinerek yıl içindeki toplam gün sayısındaki hata düzeltilmiştir.
1333 Rumi yılı teknik sebeple 1 Mart'tan başlamakla beraber
10 ay devam ederek, 31 Aralık (Kanuni evvel) 1333 yani (1917) günü sona ermiştir.
Ve 1 Ocak (Kanunusani) 1334 =1 Kanunusani(Ocak) 1918 olarak başlatılmış yazılı
kayıtlar böyle başlatılmıştır.
1840 yılından beri Jülyen usulüne göre yürüyen mali ve resmi
işlemlerdeki (muamelattaki) tarihi kayıtlar, 1918 tarihinden itibaren Gregoryen
usulüne göre devam ettirilmiş olup yılbaşı 1 Ocak tarihine alınmıştır. Yapılan
bu kanuni çalışmayla 1334 Rumi (1918 miladi) yılından itibaren, Rumi ve miladi
takvimlerdeki ay ve gün farkı kalmamış ve bundan böyle aynı gün olmuştur.
26 Kanuni evvel (Aralık) 1341 tarih ve 698 sayılı Kanunla
Rumi Takvimi’n başlangıcı olan (mebde olan) 1300'lü yıllar terkedilip uluslararası
(miladi) takvim başlangıcı olan (mebde-i olan) 1900'lü yıllar kabul edilerek
Rumi takvim tamamen yürürlükten kaldırılmış, olarak: 1341 yılı (Aralık ayı) Kanunievvel
‘inin 31. gününü takip eden gün 1926 senesinin Kânunusanisinin yani ocak ayının
1. Günü kabul edilmek suretiyle bütün dünyada geçerli olan Takvim sistemine
geçilmiştir.
10 Ocak 1945 tarih ve 4696 sayılı Kanunla da Teşrinievvel,
Teşrinisani, Kanunuevvel ve Kanunusani aylarının adları Ekim, Kasım, Aralık ve
Ocak olarak değiştirilmiştir.
PRATİK VE OTOMATİK TARİH ÇEVİRME
Miladi yılın Rumi Yıla- Rumi Yılın Miladi Yıla Çevrilmesi:
1 Kanunusani (Ocak) 1334 = 1 Kanunusani (Ocak) 1918 olarak
yılbaşı eşitlenmiştir. Bu tarihten önceki tarihlerin hesaplanmasında yılbaşına
dikkat edilmesi gerekmektedir. Rumi Takvim ‘de yılbaşı mart ayıdır. Miladi Takvim
‘de ise yılbaşı ocak ayıdır. Hesap yapılırken, Rumi Takvim ‘de mart ayı 1.ay,
ocak ayı 11.ay ve şubat ayı da 12. ay olarak hesaplanır.
Rumi 1 Mart 1256- 15 Şubat 1332 (Miladi 13 Mart 1840- 28
Şubat 1917) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için:
1-Miladi tarihin Rumi tarihe çevrilmesi: Miladi tarih eğer
ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmından 585 rakamı (diğer aylar
için 584 rakamı) çıkarılır. Ay kısmından da 13 rakamı çıkarılır ve Rumi tarih
bulunur.
2-Rumi tarihin Miladi tarihe çevrilmesi:
Rumi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl
kısmına 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) eklenir. Ay kısmına da 13
rakamı eklenir ve Miladi tarih bulunur.
Rumi 1 Mart 1333- 31 Kanunievvel 1341 (Miladi 1 Mart 1917-
31 Aralık 1925) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için:
Miladi yıldan 584 rakamı çıkarılırsa Rumi tarih,
Rumi yıla 584 rakamı eklenirse Miladi tarih bulunur. Ay ve
gün farkı yoktur, isimleri aynıdır.
20.2.2018 gün ve 9 sahife olup 1606 sözcüktür.
9 Nisan 2018 Pazartesi
OSMANLI TOKADI.
OSMANLI TOKADI.
Osmanlı tokadı, Osmanlı Ordusunda görevli askerlerinin
silahsız savunma ya da saldırı durumunda kullandıkları bir vuruş türü, Elin her
iki yanıyla da yapılabilen ve muhatabını sersemleten, duruma göre bayıltan ya
da öldürebilen cinstendi. Bu tokatların muhatabı genel itibarıyla düşman
askerleri değil, askerlerin atları olurmuş.
Osmanlı Tokadı zannedildiği üzere her Osmanlı’nın değil,
yalnızca alanında uzman kişilerin uygulayabildiği bir tekniktir. Osmanlı
Tokadını ‘delibaş’ isimli askerler yıllar süren eğitim sonucu atabilirlerdi.
Delibaşların çocukluktan itibaren pirinç ve hamurla beslenip vücutlarının güçlü
ve diri kalmasını sağlanır ve yine erken yaşlardan itibaren her gün yüzlerce
kez yağlı ellerle mermere vurarak gelişimlerini tamamlarlardı.
Delibaş’lar sefere asker kıyafetleri ile çıkar, çarpışma
öncesi kefenlerini giyerek ‘hendeklere yerleşirlerdi. Daha sonra gelen düşman
askerlerinin atlarını tokatlayarak düşürürlerdi. Yıllarca mermer üzerinde
tecrübe kazanmış ellerin hedefindeki atlar için 2 seçenek kalırdı: Ölmek ya da
sakat kalmak.
Osmanlı tokadı gerçeği arkeolojik kazılar sonrasında daha da
gün yüzüne çıktı. Osmanlı’nın savaştığı topraklarda yapılan araştırmalarda
bulunan birçok at ve insan kafatasında tokat izlerinin olduğu gözlendi. Kazılar
esnasında kafatası içine yani beyne doğru göçmüş insan iskeletleri hatta metal
miğferlerde bile el izine rastlandı. Bu izler de tokatçıların beyin kanaması
geçirtecek kadar şiddetli bir vuruşa sahip olduğunu gösterdi.
El ve kolun açısız ve omuzdan hızla hareketiyle hedeflenen
noktaya el ile yapılan temasla yapılır. En çok yüzün her iki yanına ve enseye;
Bilek veya dirsek kırılmadan, omuzdan güç alınarak, büyük bir hızla atılırdı.
Yüzün her iki yanına veya enseye atılabildiği gibi, asıl Osmanlı tokadı, burnu
hedef alacak şekilde, yüzün tam ortasına, avuç içini germeden, aya, burun ucuna
denk gelecek şekilde atılırdı. Bu şekilde, kafatasının göz çukurları arasında
kalan kısmını kırarak beynine saplanır, böylece ölüme yol açardı. Böyle bir
tekniğin uygulanmadığı durumlarda bile, hızlı ve çok sert biçimde atıldığı ve
çok kuvvetli bir tokat olduğu için, boyun kırılmasına yol açarak da
öldürebiliyordu.
Etkili şekilde atıldığında öldürücü olabilen Osmanlı
tokadının çıkardığı ses bile mahvedici olabiliyormuş.
Kulak hizasına vurulan Osmanlı tokadı var ki, Kulağın içinde
bulunan denge sıvısı ve mekanizması sarsıldığından ve kulakta kemik-kıkırdak
namına sağlam bir şey kalmadığından, tokadı yiyen yine aynı şekilde can
verirdi.
OSMANLI TOKADI.
"ÖZEL YETİŞTİRİLMİŞ TOKAT'ÇILAR” Öyle sanıldığı gibi
her babayiğidin harcı değildir bu tokat Özeldir ve bir yaman iştir olup, İşin
aslı: Osmanlılar kendilerince, zekâ engelli bireyleri, toplayıp, Onların
askerlik tutkularından ve halk dilinde "deli kuvveti" denen özelliklerinden
savaşta ve önemli devlet işlerinde, serdengeçti kişi olarak, bireylerden
yararlanmaktır. Bunların işi, günler, aylar belki de yıllarca, çıplak elle
"yağlı mermere tokat atmaktır.” Bu sayede eller, irileşir, nasır bağlar,
sinirleri kopar, vurunca acı duymaz, hissetmezlermiş. Hani şu karate, judo
neyim varya onun bir çeşidi. Mermer kıran eller, kuvvetli kollar ve sadece
tokat atmaya şartlandırılmış bir kelle. Yıllarca böyle eğitilen, bu "şamar
oğlanları" savaşta gelen de düşmanın üzerine salınır. Hem en önde ve de
çırılçıplak. İşte bu nedenle onlara "daltaraklar" denir. Savaşta
asla, Tabansızlık (geri kaçmak) etmez, edemezler. Anadan üryan(çırılçıplak),
delirmişçesine, bölük-bölük gelen bu insanları gören düşman ne halt edeceğini
şaşırır.
Hem deli hem çıplak, hemde, silahsız ve de gözü kara,
ölümden korkmayan; "serden geçti " bölüğü.
Bu özel seçilmiş, eğitilmiş Daltaraklar, sadece tokat
atarlar, Tokatla değil, insanı, atı, deveyi, devirir, miğferli kafataslarını
bile havaya uçururlar. Acı kuvvetleri, önlerine çıkanı dağıtır, yaralandığının
farkına bile varmaz. Yaralansa bile atar tokadını. Çünkü sadece tokatlamaya
şartlanmıştır. Bir de Şehadete şartlanmıştır. Ölüm vız gelir, tırıs gider onlar
için. Düşünmezler, çünkü sanki kafalarında beyin yoktur. "savaşarak
şehadet" onun tek arzusu, aynı zamanda da şartlanmışlarıdır. Yani,
görüldüğü gibi, Osmanlı tokadı öyle her babayiğidin harcı değildir. Öncelikle
"daltarak" olmak gerekir. Osmanlı, onların, boş beyninden, asker olmak,
işi olmak, bir halta yaramak gibi tutkularından ve halk dilinde "deli
kuvveti" denen özelliklerinden yararlanıp böyle bir birlik kurar.
Daltaraklar, sadece tokat atarlar. Bu iş içinde. Önce "daltarak"
olmak gerekir çünkü. Hem "daltarak, “hem "daltaban, “yani yaya, hemde
"dalsalak, “yani aptal ve de “dal-budak "(cıbıldaki) olacak ki kişi,
Osmanlı tokadı için eğitilebilsin ve dahi "dalşamar “olabilsin. Ha bir de,
bizde kötü anlaşılan “, dalyarak "vardır ki (Azeriler ce kullanılır) oda
tüfekli kişi, omzu tüfekli, yani jandarma demektir .
20 Şubat 2018 Salı
RUMİ -MİLADİ YIL
SEVGİLİ ARKADAŞLAR
Soyadı Kanunu Nedir
Osmanlı Devleti döneminde toplumda soyadı kullanma zorunluluğu yoktu.
insanlar, genellikle isimlerinin sonuna babalarının isimlerini eklenerek veya doğduğu yerlerle anılırlardı.
Türk toplumunda yaşanan bu isim kargaşasına 21 Haziran 1934’te çıkarılan bir yasa ile son verilmiştir. Soyadı Kanunu ile her Türk ailesine öz adından başka soyadı da taşıma zorunluluğu getirildi. Bu kanun gereği soyadları Türkçe olarak
alınacak; rütbe, memuriyet, yabancı ırk ve millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimeler seçilmeyecekti.
24 Kasım 1934’te çıkarılan bir kanunla da Meclis tarafından Gazi Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verildi. Yasaya göre bu soyadını, onun dışında kimse kullanamayacaktı.
29 Kasım 1934’te çıkarılan diğer bir kanunla da toplumda ayrıcalık ifade eden (ağa, paşa, hazret, molla, şeyh vb.) unvanların kullanılması yasaklandı.
Bu yenilikler ile herkesin kanun önünde eşitliği ilkesi getirilerek imtiyazsız, sınıfsız bir toplum oluşturmanın önündeki engellerden biri daha kaldırılmış oluyordu. Soyadı Yasası ve ayrıcalık ifade eden bazı unvanların yasaklanması hakkındaki kanunlar çıkarılması halkçılık ilkesinin göstergesidir.
Son günlerde yayınlanan Soy ağacı kütüklerine geriye doru 5-6 kuşak olarak erişe bildiğimiz şu günlerde nüfus kütüklerinde farklı farklı yazılı kayıtlara rastladığımız oluyor.
Bir zamanlar merak edip de araştırdığım ve resmi kayıtlarda kullanılan takvimlerin hazırlanış ve uygulamaları ile ilgili yaptığım çalışmayı sizinle paylaşmak istedim ki! Belki kafanızdaki niye böyle sorusunun cevabını bulmanıza yardımcı olur.
Osmanlı Devleti döneminde toplumda soyadı kullanma zorunluluğu yoktu.
insanlar, genellikle isimlerinin sonuna babalarının isimlerini eklenerek veya doğduğu yerlerle anılırlardı.
Türk toplumunda yaşanan bu isim kargaşasına 21 Haziran 1934’te çıkarılan bir yasa ile son verilmiştir. Soyadı Kanunu ile her Türk ailesine öz adından başka soyadı da taşıma zorunluluğu getirildi. Bu kanun gereği soyadları Türkçe olarak
alınacak; rütbe, memuriyet, yabancı ırk ve millet adları ile ahlaka aykırı ve gülünç kelimeler seçilmeyecekti.
24 Kasım 1934’te çıkarılan bir kanunla da Meclis tarafından Gazi Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verildi. Yasaya göre bu soyadını, onun dışında kimse kullanamayacaktı.
29 Kasım 1934’te çıkarılan diğer bir kanunla da toplumda ayrıcalık ifade eden (ağa, paşa, hazret, molla, şeyh vb.) unvanların kullanılması yasaklandı.
Bu yenilikler ile herkesin kanun önünde eşitliği ilkesi getirilerek imtiyazsız, sınıfsız bir toplum oluşturmanın önündeki engellerden biri daha kaldırılmış oluyordu. Soyadı Yasası ve ayrıcalık ifade eden bazı unvanların yasaklanması hakkındaki kanunlar çıkarılması halkçılık ilkesinin göstergesidir.
Son günlerde yayınlanan Soy ağacı kütüklerine geriye doru 5-6 kuşak olarak erişe bildiğimiz şu günlerde nüfus kütüklerinde farklı farklı yazılı kayıtlara rastladığımız oluyor.
Bir zamanlar merak edip de araştırdığım ve resmi kayıtlarda kullanılan takvimlerin hazırlanış ve uygulamaları ile ilgili yaptığım çalışmayı sizinle paylaşmak istedim ki! Belki kafanızdaki niye böyle sorusunun cevabını bulmanıza yardımcı olur.
RUMİ TAKVİM
Rumi Takvim; Miladi 1840 / Hicri 1256yılına kadar; arada geçen 584 gün farkı olmasının nedeni: İslam Peygamberi Muhammedin Mekke’den Medine’ye göçünü başlangıç alan geceleri bizi aydınlatan gökyüzündeki Ayın, gündüzleri bizi aydınlatan Güneş çevresinde değil de üzerinde yaşadığımız Dünya çevresinde ki dolanmasını tamamladığı gün sayısını 354.367 zaman dilimi olan günlük Ay (Kamer) takvim sistemi üzerine, yada sistemi ile Miladi 1840 / ve Hicri 1256 yılından itibaren de dünyanın güneş etrafında dönmesinin esas alan 365.2422 günlük Güneş (Şems) takvimli zaman dilimli sistem üzerine kurulmuş olarak hesaplanmıştır.
Günümüzde Rumi Takvim, hukuken yürürlükten kalkmış olmasına rağmen; kamuoyu bakımından oldukça hassas bir konu olmaya devam eder olmuştur. Halk arasında Rumi takvimin yegâne önemli tarafı; doğum günlerinin miladi takvime göre yazılmaları (tekabül) ve yaş hesaplamaları ile birlikte, insanlarımız için eskiden beri ne zamanda ne olacak ve ne zaman ne yapılacak ölçüsü olarak algılanmış ve yorumlanır olmuştur. Dikkatlerimizi çeken şu ki: Çiftçinin kullandıkları zaman ölçekleri ayrı, meteorolojik olayları takip eden kişi ve kurumların zaman ölçüleri ayrıdır. Hatta Katoliklerin kutladıkları bazı yortu günleri bile şimdilere dikkate alınmayan bu eski Rumi günlere göre uygulanmaktadır. Toplumu oluşturan halkların bireyleri, daima içinde yaşadığı sosyal çevrenin tesiri altında bulunup onun şekillendirdiği kültürel biçimde yaşam sürdürmektedir. Düşüncelerinde, inançlarında, İtikatlarında, adetlerinde ve hislerinde tamamen kendi bireysel özgürlüğüne sahip değillerdir. Cet olarak bilinen atalarından kendilerine intikal eden kültürel yaşam hattı hareket kaide ve kurallarına kendisinin oluşturmak istediği özgür davranış biçimine uymamayı akıllarından bile geçirmezler. Taklit dediğimiz bir başkasına ya da başkalarına öykünme ile hareket etmenin kolay ve hayattaki zorlukları yenerek bertaraf etme sebebi ve ataları sayılan cetlerine hürmet duyguları da cetlerinin bir alt birimini oluşturan bu halk kitlesi ya da tabakası arasındaki katlanarak gösterdiği teamülü, kaidelere uygulamayı aralıksız bir biçimde devamlı olarak besleyip takviye etmektedir.
Bu sebeplerle hukuken terkedilmiş bulunan Rumi takvimin uygulandığı dönemlerde yürürlükteki uygulaması olan kaide ve kurallar (teamül) olarak devam ettirilmesindeki ihtiyacı ile bütün takvimlerde Rumi tarihe de zorunlu olarak bir yer verilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde:
1677 yılında Baş Defterdar olan ve 1684 yılında ölen Hasan Paşa’nın teklifi üzerine kullanılmış her 33 seneden 1 sene atlanmak suretiyle Ay (Kameri) Takvim ile Güneş (Şemsi) Takvim arasındaki farkı dikkate alarak, mali kayıtların buna göre düzeltilmesini istemiştir.
Ölümü 1742 olan Defterdar Atıf Efendi 1740 yılında verdiği teklifi üzerine Hicri 1152 yılından itibaren maaşların ve vazifelerin Muharrem'den değil de Marttan itibaren esas alınmasını istemesiyle maaş ve vazifelerin buna göre düzeltilmesi istenmiştir. Kabul edilip onaylanan teklif nedeniyle bu tarihten itibaren mali yılbaşı mart ayı olarak kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
Milattan sonra 1818 de ölen ve 1794 yılında Defterdar Morali Osman Efendi; “tefavüt” terimi ile ifade edilen ve hicri yıl ile mali yıl arasındaki farktan meydana gelen gelir farklılıklarının hesabinin devlet hazinesine yük olmamasını sağlayan teklifinin kabulü ile mali seneye dayanan harcama (sarfiyat) ve ödeme (tediyat ya da tediye) seklinin uygulama (tatbik) alanının genişletilmesi istenmiştir.
1677 yılından Miladi 13 Mart 1840/ ve Rumi 1 Mart 1256 tarihine kadar yalnız mali işlemlerde kullanılan Jülyen Takvim esaslı Şemsi takvimin bu tarihten itibaren resmi işlemlerde (muamelatta) kullanılmaya başlanmasıyla isim olarak da “Rumi Mali Takvim” adını almıştır.
Günümüzde Rumi Takvim, hukuken yürürlükten kalkmış olmasına rağmen; kamuoyu bakımından oldukça hassas bir konu olmaya devam eder olmuştur. Halk arasında Rumi takvimin yegâne önemli tarafı; doğum günlerinin miladi takvime göre yazılmaları (tekabül) ve yaş hesaplamaları ile birlikte, insanlarımız için eskiden beri ne zamanda ne olacak ve ne zaman ne yapılacak ölçüsü olarak algılanmış ve yorumlanır olmuştur. Dikkatlerimizi çeken şu ki: Çiftçinin kullandıkları zaman ölçekleri ayrı, meteorolojik olayları takip eden kişi ve kurumların zaman ölçüleri ayrıdır. Hatta Katoliklerin kutladıkları bazı yortu günleri bile şimdilere dikkate alınmayan bu eski Rumi günlere göre uygulanmaktadır. Toplumu oluşturan halkların bireyleri, daima içinde yaşadığı sosyal çevrenin tesiri altında bulunup onun şekillendirdiği kültürel biçimde yaşam sürdürmektedir. Düşüncelerinde, inançlarında, İtikatlarında, adetlerinde ve hislerinde tamamen kendi bireysel özgürlüğüne sahip değillerdir. Cet olarak bilinen atalarından kendilerine intikal eden kültürel yaşam hattı hareket kaide ve kurallarına kendisinin oluşturmak istediği özgür davranış biçimine uymamayı akıllarından bile geçirmezler. Taklit dediğimiz bir başkasına ya da başkalarına öykünme ile hareket etmenin kolay ve hayattaki zorlukları yenerek bertaraf etme sebebi ve ataları sayılan cetlerine hürmet duyguları da cetlerinin bir alt birimini oluşturan bu halk kitlesi ya da tabakası arasındaki katlanarak gösterdiği teamülü, kaidelere uygulamayı aralıksız bir biçimde devamlı olarak besleyip takviye etmektedir.
Bu sebeplerle hukuken terkedilmiş bulunan Rumi takvimin uygulandığı dönemlerde yürürlükteki uygulaması olan kaide ve kurallar (teamül) olarak devam ettirilmesindeki ihtiyacı ile bütün takvimlerde Rumi tarihe de zorunlu olarak bir yer verilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde:
1677 yılında Baş Defterdar olan ve 1684 yılında ölen Hasan Paşa’nın teklifi üzerine kullanılmış her 33 seneden 1 sene atlanmak suretiyle Ay (Kameri) Takvim ile Güneş (Şemsi) Takvim arasındaki farkı dikkate alarak, mali kayıtların buna göre düzeltilmesini istemiştir.
Ölümü 1742 olan Defterdar Atıf Efendi 1740 yılında verdiği teklifi üzerine Hicri 1152 yılından itibaren maaşların ve vazifelerin Muharrem'den değil de Marttan itibaren esas alınmasını istemesiyle maaş ve vazifelerin buna göre düzeltilmesi istenmiştir. Kabul edilip onaylanan teklif nedeniyle bu tarihten itibaren mali yılbaşı mart ayı olarak kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
Milattan sonra 1818 de ölen ve 1794 yılında Defterdar Morali Osman Efendi; “tefavüt” terimi ile ifade edilen ve hicri yıl ile mali yıl arasındaki farktan meydana gelen gelir farklılıklarının hesabinin devlet hazinesine yük olmamasını sağlayan teklifinin kabulü ile mali seneye dayanan harcama (sarfiyat) ve ödeme (tediyat ya da tediye) seklinin uygulama (tatbik) alanının genişletilmesi istenmiştir.
1677 yılından Miladi 13 Mart 1840/ ve Rumi 1 Mart 1256 tarihine kadar yalnız mali işlemlerde kullanılan Jülyen Takvim esaslı Şemsi takvimin bu tarihten itibaren resmi işlemlerde (muamelatta) kullanılmaya başlanmasıyla isim olarak da “Rumi Mali Takvim” adını almıştır.
Fakat: 8 Şubat 1332 tarih ve 125 sayılı kanunla Jülyen Takvim esaslı Rumi takvim yürürlükten kaldırılarak, Gregoryen takvimine geçilmiştir.
125 sayılı Gregoryen Takvimi Kanunun uygulaması başlarken yürürlük şekli söyle olmuştur: 15 Şubat 1332 tarihinden sondan başlamak üzere 13 gün silinerek 1 Mart 1333 tarihine dönüştürülmüş ve Gregoryen Takvimi Kanununda ki yeri (1917) günü takip etmiş, bu tashihler yani daha önceki tarihten 13 gün silinerek yıl içindeki toplam gün sayısındaki hata düzeltilmiştir.
1333 Rumi yılı teknik sebeple 1 Mart'tan başlamakla beraber 10 ay devam ederek, 31 Aralık (Kanuni evvel) 1333 yani (1917) günü sona ermiştir. Ve 1 Ocak (Kanunusani) 1334 =1 Kanunusani(Ocak) 1918 olarak başlatılmış yazılı kayıtlar böyle başlatılmıştır.
1840 yılından beri Jülyen usulüne göre yürüyen mali ve resmi işlemlerdeki (muamelattaki) tarihi kayıtlar, 1918 tarihinden itibaren Gregoryen usulüne göre devam ettirilmiş olup yılbaşı 1 Ocak tarihine alınmıştır. Yapılan bu kanuni çalışmayla 1334 Rumi (1918 miladi) yılından itibaren, Rumi ve miladi takvimlerdeki ay ve gün farkı kalmamış ve bundan böyle aynı gün olmuştur.
26 Kanuni evvel (Aralık) 1341 tarih ve 698 sayılı Kanunla Rumi Takvimi’n başlangıcı olan (mebde olan) 1300'lü yıllar terkedilip uluslararası (miladi) takvim başlangıcı olan (mebde-i olan) 1900'lü yıllar kabul edilerek Rumi takvim tamamen yürürlükten kaldırılmış, olarak: 1341 yılı (Aralık ayı) Kanunievvel ‘inin 31. gününü takip eden gün 1926 senesinin Kânunusanisinin yani ocak ayının 1. Günü kabul edilmek suretiyle bütün dünyada geçerli olan Takvim sistemine geçilmiştir.
10 Ocak 1945 tarih ve 4696 sayılı Kanunla da Teşrinievvel, Teşrinisani, Kanunuevvel ve Kanunusani aylarının adları Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak olarak değiştirilmiştir.
125 sayılı Gregoryen Takvimi Kanunun uygulaması başlarken yürürlük şekli söyle olmuştur: 15 Şubat 1332 tarihinden sondan başlamak üzere 13 gün silinerek 1 Mart 1333 tarihine dönüştürülmüş ve Gregoryen Takvimi Kanununda ki yeri (1917) günü takip etmiş, bu tashihler yani daha önceki tarihten 13 gün silinerek yıl içindeki toplam gün sayısındaki hata düzeltilmiştir.
1333 Rumi yılı teknik sebeple 1 Mart'tan başlamakla beraber 10 ay devam ederek, 31 Aralık (Kanuni evvel) 1333 yani (1917) günü sona ermiştir. Ve 1 Ocak (Kanunusani) 1334 =1 Kanunusani(Ocak) 1918 olarak başlatılmış yazılı kayıtlar böyle başlatılmıştır.
1840 yılından beri Jülyen usulüne göre yürüyen mali ve resmi işlemlerdeki (muamelattaki) tarihi kayıtlar, 1918 tarihinden itibaren Gregoryen usulüne göre devam ettirilmiş olup yılbaşı 1 Ocak tarihine alınmıştır. Yapılan bu kanuni çalışmayla 1334 Rumi (1918 miladi) yılından itibaren, Rumi ve miladi takvimlerdeki ay ve gün farkı kalmamış ve bundan böyle aynı gün olmuştur.
26 Kanuni evvel (Aralık) 1341 tarih ve 698 sayılı Kanunla Rumi Takvimi’n başlangıcı olan (mebde olan) 1300'lü yıllar terkedilip uluslararası (miladi) takvim başlangıcı olan (mebde-i olan) 1900'lü yıllar kabul edilerek Rumi takvim tamamen yürürlükten kaldırılmış, olarak: 1341 yılı (Aralık ayı) Kanunievvel ‘inin 31. gününü takip eden gün 1926 senesinin Kânunusanisinin yani ocak ayının 1. Günü kabul edilmek suretiyle bütün dünyada geçerli olan Takvim sistemine geçilmiştir.
10 Ocak 1945 tarih ve 4696 sayılı Kanunla da Teşrinievvel, Teşrinisani, Kanunuevvel ve Kanunusani aylarının adları Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak olarak değiştirilmiştir.
PRATİK VE OTOMATİK TARİH ÇEVİRME
Miladi yılın Rumi Yıla- Rumi Yılın Miladi Yıla Çevrilmesi:
1 Kanunusani (Ocak) 1334 = 1 Kanunusani (Ocak) 1918 olarak yılbaşı eşitlenmiştir. Bu tarihten önceki tarihlerin hesaplanmasında yılbaşına dikkat edilmesi gerekmektedir. Rumi Takvim ‘de yılbaşı mart ayıdır. Miladi Takvim ‘de ise yılbaşı ocak ayıdır. Hesap yapılırken, Rumi Takvim ‘de mart ayı 1.ay, ocak ayı 11.ay ve şubat ayı da 12. ay olarak hesaplanır.
Rumi 1 Mart 1256- 15 Şubat 1332 (Miladi 13 Mart 1840- 28 Şubat 1917) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için:
1-Miladi tarihin Rumi tarihe çevrilmesi: Miladi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmından 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) çıkarılır. Ay kısmından da 13 rakamı çıkarılır ve Rumi tarih bulunur.
2-Rumi tarihin Miladi tarihe çevrilmesi:
Rumi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmına 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) eklenir. Ay kısmına da 13 rakamı eklenir ve Miladi tarih bulunur.
Rumi 1 Mart 1333- 31 Kanunievvel 1341 (Miladi 1 Mart 1917- 31 Aralık 1925) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için:
Miladi yıldan 584 rakamı çıkarılırsa Rumi tarih,
Rumi yıla 584 rakamı eklenirse Miladi tarih bulunur. Ay ve gün farkı yoktur, isimleri aynıdır.
1 Kanunusani (Ocak) 1334 = 1 Kanunusani (Ocak) 1918 olarak yılbaşı eşitlenmiştir. Bu tarihten önceki tarihlerin hesaplanmasında yılbaşına dikkat edilmesi gerekmektedir. Rumi Takvim ‘de yılbaşı mart ayıdır. Miladi Takvim ‘de ise yılbaşı ocak ayıdır. Hesap yapılırken, Rumi Takvim ‘de mart ayı 1.ay, ocak ayı 11.ay ve şubat ayı da 12. ay olarak hesaplanır.
Rumi 1 Mart 1256- 15 Şubat 1332 (Miladi 13 Mart 1840- 28 Şubat 1917) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için:
1-Miladi tarihin Rumi tarihe çevrilmesi: Miladi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmından 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) çıkarılır. Ay kısmından da 13 rakamı çıkarılır ve Rumi tarih bulunur.
2-Rumi tarihin Miladi tarihe çevrilmesi:
Rumi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmına 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) eklenir. Ay kısmına da 13 rakamı eklenir ve Miladi tarih bulunur.
Rumi 1 Mart 1333- 31 Kanunievvel 1341 (Miladi 1 Mart 1917- 31 Aralık 1925) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için:
Miladi yıldan 584 rakamı çıkarılırsa Rumi tarih,
Rumi yıla 584 rakamı eklenirse Miladi tarih bulunur. Ay ve gün farkı yoktur, isimleri aynıdır.
5 Şubat 2018 Pazartesi
Hint Masalı ve Şhakespeare
Bir Hint masalına göre;
Kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır.
Büyücü biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya baslar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür.
Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
Onu eski haline döndürür..
Ve der ki ;
"Sen cesaretsiz ve korkak hayvansın.
Ve der ki ;
"Sen cesaretsiz ve korkak hayvansın.
Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardim edemem."
Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor :
"İnsanların çogu sevmekten korkuyor,
kaybetmekten korktuğu için.
Düşünmekten korkuyor,
Düşünmekten korkuyor,
sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor,
Konuşmaktan korkuyor,
eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor,
Yaşlanmaktan korkuyor,
gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor,
Unutulmaktan korkuyor,
dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor,
Ve ölmekten korkuyor,
aslında yaşamayı bilmediği için."
5 Ocak 2018 Cuma
KİRVELİK
ALEVİLİKTE KİRVELİK!
Alevi İnancında Kirvelik’in tarihi uzun yıllara dayanılır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte diğer doğal dinlerde olduğu gibi Alevi...likte de kırılmalar yaşandı. Alevilerde kabileler, boylar, aşiretler arasında mal mülk bölüşümünde önemli sorunlar yaşanıyordu. Bazen de kız kaçırmalar çatışmalara yol açıyordu. Alevi toplumu büyük yara alıyordu. Sorunlar çoğalıyordu. Aleviler inançları gereği var olan sorunlarını dışa yansıtmazlardı. Sorunları çözmek için de “halk mahkemeleri” dediğimiz “Cem Meclisleri” görevliydi. Kavgalılar, dargınlar, küs kalmış kişiler Cem Meclislerine çağrılır, sorunlar ele alınarak tartışılır, çözümü için alınan kararlar taraflara iletilirdi. Cem Meclisinde alınan kararlara uyma zorunluluğu vardı. Böylece kişiler, kabileler, aşiretler bir daha düşmanlıklar yapmamak, dost kalmak için, yemin verir, ikrarı alınır, dara kalkarlardı. Cem Meclisinin aldığı karara uymayanlar sürgün dâhil çeşitli cezai yaptırımlar uygulanırdı. Buna rağmen bazen düşmanlıklar sonlandırılmazdı.
Alevi İnancında Kirvelik’in tarihi uzun yıllara dayanılır. Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte diğer doğal dinlerde olduğu gibi Alevi...likte de kırılmalar yaşandı. Alevilerde kabileler, boylar, aşiretler arasında mal mülk bölüşümünde önemli sorunlar yaşanıyordu. Bazen de kız kaçırmalar çatışmalara yol açıyordu. Alevi toplumu büyük yara alıyordu. Sorunlar çoğalıyordu. Aleviler inançları gereği var olan sorunlarını dışa yansıtmazlardı. Sorunları çözmek için de “halk mahkemeleri” dediğimiz “Cem Meclisleri” görevliydi. Kavgalılar, dargınlar, küs kalmış kişiler Cem Meclislerine çağrılır, sorunlar ele alınarak tartışılır, çözümü için alınan kararlar taraflara iletilirdi. Cem Meclisinde alınan kararlara uyma zorunluluğu vardı. Böylece kişiler, kabileler, aşiretler bir daha düşmanlıklar yapmamak, dost kalmak için, yemin verir, ikrarı alınır, dara kalkarlardı. Cem Meclisinin aldığı karara uymayanlar sürgün dâhil çeşitli cezai yaptırımlar uygulanırdı. Buna rağmen bazen düşmanlıklar sonlandırılmazdı.
Kirvelik kurumu, kabileler ve aşiretler arası çatışmaları önlemek ve bunun önüne geçebilmek için oluşturulan bir kurumdur. Aileler arasında küçük çocukları birbirlerinin peşlerine vererek sünnet ettirdiler. Kabileler ve aşiretler arasında dostluklar başlattılar. Kirvelik, müsahiplikte olduğu gibi, yakın akrabalardan yani aynı kabileden uygun görülmedi. Kirvelik, aşiretler ve kabileler arasında karşılıklı çaprazlama uygun görüldü. Kabileler ve aşiretler arasında düşmanlıklar sonlandırılsın, dostluklar geliştirilsin diye kirvelik kurumu oluşturuldu. Akıllıca uygulanan kirvelik kurumu sayesinde kabileler ve aşiretler arasındaki çatışmalar önlenmiş, dostluklar gelişmiş, bu dostluklar nesilden nesile devam ettirilmiştir.
Alevilikte; kirvelik, müsahiplik oranında kutsaldır. Kirve seçilirken çok titiz davranılır. Aileler aralarında birbirlerinin ikrarını sürdürebileceklerinden emin olduktan sonra, ailelerin tamamının rızalığı alındıktan sonra kirvelik seçilir. Kirvelik küçük yaştaki erkek çocukların sünnetiyle bir merasim düzenlenerek başlar. Kirve olan aileler arasında da tıpkı müsahiplikteki gibi kirve çocukları kardeş olurlar. Bundan dolayı kirve çocukları arsında evlilikler olmaz.
Kirvelikte akraba evlilikleri olur mu?
Alevilik bir doğa inancı olduğu gibi aynı zaman da bir akıl inancıdır. Akılla mantıkla bağdaşmayan her hangi bir şey Alevilikte kabul görmez. Semavi dinlerde ise bunun tersi yaşanılır. Kutsallık insan için değil, tanrı içindir. Akıl ve mantık aranmaz. İnsan sevgisi yerine tanrı sevgisi vardır. Semavi dinlerin kitaplarında İnsanın yaşamını zorlaştıran o kadar birçok şey vardır ki, “tanrı böyle istedi” diye kutsal sayıldı, sorgulanmaz.
Alevilikte “La Mekân yoktur” var sayım yoktur. Alevilikte var olan şeye inanmaktır. Yok yoktur. Var olan her şey gerçektir. Günlük yaşamında, İnsan yaşamında karşılığı olmayan hiçbir şeyin karşılığı Alevilikte olmaz. İnsani olmayan her şey Aleviliğe yabancıdır. Günümüzde bile Semavi dinlerde kabul gördüğü İnsani olmayan, birçok şeyi Aleviler on binlerce yıl önce ret etmiştir. Toplumun yarısını oluşturan kadına bakış açısı bunlardan bir tanesidir.
Günlük yaşamda pratikte karşılığı olmayan bir şeyin, Alevilikte de karşılığı yok demektir. Kirvelikte akraba evlilikleri, aşiretlerin tarihine baktığımızda kirvelerin dışında akraba evlilikleri bütün aşiretlerde yaşanmıştır, yaşanıyor. Yaşanması da gayet doğaldır. Kirvelikte akrabalar arasında evlilikler yapılmaz söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. Tarihe baktığımız da Anadolu’da yaşayan Alevi toplumu bir kaç aşiretten meydana gelmiştir. Kirvelikler aşiretler arasında olduğuna göre o zaman aşiretler arası evlilikler olmaması gerekirdi.
Alevilik hurafelerle dizayn edilecek bir inanç değildir. Akla mantığa aykırı olan her şey Aleviliğe de aykırıdır. Kirvelerin ve müsahiplerin çocukları kardeş sayıldığından dolayı Kirve ve müsahiplerin çocukları arasında evlilik olmaz. Onun dışındaki “akraba çocukları da evlenemez” söylemi kulaktan dolma söylem olup asla gerçeği yansıtmamaktadır.
Alevilikte; kirvelik, müsahiplik oranında kutsaldır. Kirve seçilirken çok titiz davranılır. Aileler aralarında birbirlerinin ikrarını sürdürebileceklerinden emin olduktan sonra, ailelerin tamamının rızalığı alındıktan sonra kirvelik seçilir. Kirvelik küçük yaştaki erkek çocukların sünnetiyle bir merasim düzenlenerek başlar. Kirve olan aileler arasında da tıpkı müsahiplikteki gibi kirve çocukları kardeş olurlar. Bundan dolayı kirve çocukları arsında evlilikler olmaz.
Kirvelikte akraba evlilikleri olur mu?
Alevilik bir doğa inancı olduğu gibi aynı zaman da bir akıl inancıdır. Akılla mantıkla bağdaşmayan her hangi bir şey Alevilikte kabul görmez. Semavi dinlerde ise bunun tersi yaşanılır. Kutsallık insan için değil, tanrı içindir. Akıl ve mantık aranmaz. İnsan sevgisi yerine tanrı sevgisi vardır. Semavi dinlerin kitaplarında İnsanın yaşamını zorlaştıran o kadar birçok şey vardır ki, “tanrı böyle istedi” diye kutsal sayıldı, sorgulanmaz.
Alevilikte “La Mekân yoktur” var sayım yoktur. Alevilikte var olan şeye inanmaktır. Yok yoktur. Var olan her şey gerçektir. Günlük yaşamında, İnsan yaşamında karşılığı olmayan hiçbir şeyin karşılığı Alevilikte olmaz. İnsani olmayan her şey Aleviliğe yabancıdır. Günümüzde bile Semavi dinlerde kabul gördüğü İnsani olmayan, birçok şeyi Aleviler on binlerce yıl önce ret etmiştir. Toplumun yarısını oluşturan kadına bakış açısı bunlardan bir tanesidir.
Günlük yaşamda pratikte karşılığı olmayan bir şeyin, Alevilikte de karşılığı yok demektir. Kirvelikte akraba evlilikleri, aşiretlerin tarihine baktığımızda kirvelerin dışında akraba evlilikleri bütün aşiretlerde yaşanmıştır, yaşanıyor. Yaşanması da gayet doğaldır. Kirvelikte akrabalar arasında evlilikler yapılmaz söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. Tarihe baktığımız da Anadolu’da yaşayan Alevi toplumu bir kaç aşiretten meydana gelmiştir. Kirvelikler aşiretler arasında olduğuna göre o zaman aşiretler arası evlilikler olmaması gerekirdi.
Alevilik hurafelerle dizayn edilecek bir inanç değildir. Akla mantığa aykırı olan her şey Aleviliğe de aykırıdır. Kirvelerin ve müsahiplerin çocukları kardeş sayıldığından dolayı Kirve ve müsahiplerin çocukları arasında evlilik olmaz. Onun dışındaki “akraba çocukları da evlenemez” söylemi kulaktan dolma söylem olup asla gerçeği yansıtmamaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)