5 Mart 2017 Pazar


TÜRKİYE CUMHURİYETİ KURULMADAN ÖNCE:
ANAYASA AVRUPALI MI!
DOĞULU MU?

YOKSA İLKEL Mİ OLMAL! …

Her toplumun öncelikleri gibi Osmanlı toplumunun iç sorunlarının başında yeni bir toplumsal düzen arayışı geliyordu.

Anayasa gerekli miydi?..

Tam uygulansa Osmanlı Devleti’ni parçalamadan kurtara bilir mıydı?..

Meclis gerekli miydi?...

Meclis birleştirici bir unsur olabilir miydi?..

Gibi bu sorular hep sorulmuştur. Osmanlıyı devletini yani ülkeyi 30 (otuz) yıl Meclis ’siz ve dondurulmuş bir Anayasa ile keyfi olarak yöneten Abdülhamit yerine, Anayasa ve Meclisli bir hükümdar olsaydı neler değişirdi?...

Ama tarih falcılık olmadığından böyle varsayımları ciddiye elbette ciddiye almayacağız…

Yapacağım açıklamaları toplumsal gelişimin dalgalanmaları içinde aramaya çalışayım…

III. Selim ile canlandırılan meşveret (bir kişi arasında tartışma -görüşme-konuşma)sisteminin başlattığı süreç, Gülhane Hattı’yla padişahın kendi kendini sınırlandırmasına varmış, sonra Tanzimat’ın düzenlenmeleriyle de devletin ve yerel yönetimlerin danışma meclisleri oluşturulmuştu. Tolum tarafından bunlara öyle alışılmış öyle düzenli buluşmalar haline gelmişti ki birçok gözlemcinin de belirttiği gibi 1877 Meclis toplandığında sanki alışılmış bir kurummuş gibi işlemişti…

Anayasa fikrini savunanlar, bu uygulaması dünyada zaten başarı göstermiş sistemi, Tanzimat fermanındaki muğlak havasından çıkarıp kesin bir yapıya kavuşturmayı amaçlıyorlardı…

Özellik 1877’den sonra hortladığını fark etikleri Padişah keyfiliğini önlemek istiyorlardı…

Peki; Aziz’in tahttan indirilmesiyle resmen gündeme gelen Anayasa fikrini savunanlar kimlerdir?..

Namık Kemal ve diğer Yeni Osmanlılar sürgündeydi…

Desteklenmesini bekledikleri Sultan Murat karşı çıkmış ve 8 Haziran’da toplanan Meşveret Meclisi de buna gerek olmadığına karar v ermişti…

O dönem Orduya hâkim olan günün kuvvetli adamı Hüseyin Avni ve sadrazam ile gelenekçi birçok rical yani rütbeli mevki sahibi kişiler de zaten karşıydılar…

Bu durumda Mithat ve ordunun azınlıktaki anayasacı kanadını temsil eden Süleyman Paşa ve birkaç ulema kesin olarak azınlıkta kaldılar!..

Böyle olunca da konu gündemde çıkarıldı!..

Daha iki hafta geçmeden bu dengeyi alt-üst eden ve Meşrutiyet’in kurulmasında rol oynayan rastlantılar birbirini izledi…

Ve Hüseyin Avni öldürüldü!..

Murat delirdi!...

Bunun sonucu olarak en güçlü engeller ortadan kaldırıldı!..

Bu arada Namık Kemal ve arkadaşları sürgünden dönüp kamuoyunu etkileme rollerini yeniden üstlendiler…

Karşıt grup içinde, Mithat Paşa’ya karşı çıkabilecek etkinlikte ve düzeyde devlet adamı yoktu…

Çünkü; yeni başbakanımızın deyimiyle her yeni seçilenlerde eski seçilenler gibi “Abidik-Kubidik” yöntemlerle seçiliyorlardı…

Ve çok önemli bir katkı olarak, beklenmedik şekilde Veliaht Abdülhamit, anayasanın ilanı koşuluyla tahta çıkmayı kabul etti!..

Oynanan bu etkenin büyük bir ağırlık taşıdığını, Mithat’ın işini son derece kolaylaştırdığını ve padişahın anayasa metni üzende istediği ödünleri fazla direnmeden kabul etmesinde başlıca gerekçesi olduğunu kabul gerekir!..

Eğer Hüseyin Avni’nin ölümü ve Murat’ın delirmesi olmasaydı, kabul etmemiz gerekiyor ki yazılı bir anayasaya kavuşmamız daha bir süre gecikecekti…

Ama yine kabul gerektiriyor ki mutlaka Osmanlı toplumunun gündemine bir gün gelecekti!..

Ve böylece tarihe Mithat Anayasası diye geçecek metin hazırlığı başladı…

Halbuki gerçekte anayasa metni Mithat’ın tasarladığı anayasa metninden çok farklıydı!..

Ancak; Mithat’taki “Anayasa fikr-i sabiti” yüzündendir ki çıkacak metin ne olursa olsun onunla özdeşleştirilecekti!..

C. Mismer anılarında bu tutumun en az on yıl önce de Mithat da bulunduğunu şöyle anlatmış…

“Fuat Paşa, Mithat’ı ikinci dereceden yararlı, birinci derecede tehlikeli bulurdu” …  Bu adam, derdi…

Politikanın panzehirlere ilaçlardan daha fazla isyankar olduğundan hiç kuşkulanmadın, parlamenter rejimde her derde bir deva görüyor” …

Fakat buna karşılık Abdülhamit’in Mithat’ı sürdükten sonra, yerli ve yabancı basın, resmî belgeler ve muhtıralarında, anayasanın kendi eseri olduğu yolunda yürüttüğü çok yoğun ve hatta Mithat’ı aşağılayıcı (“Anayasa nedir bilir miydi diye getirir”) kampanyanın Abdülhamit’in anayasa konusunda içtenliğini yansıtmak istediği kanaati oluşturuyor insanda…

Nitekim Mithat’ta sürgündeyken, Journal des Debats’ya gönderdiği 19.08.1877 tarihli mektubundan “Halkına hürriyeti veren padişah” diye bahseder…

Yine aynı sıralarda yayınladığı kitabında Abdülhamit rejiminin üç yıl hapse mahkûm ettiği Teodor Kasap da şöyle yazar…” Mithat’ın sürülmesini izleyen ilk aylarda, Babıali’den çıkan bütün resmi yazılarda anayasa sözcüğü “Zat-ı Şahanenin ülkeye ve millete kendi girişimiyle kazandırdığı, iyiliklerimiz, özgürlük ve refahımızın kaynağı ve niteliklerini eklemek bir adet hükmüne girmişti.” Der.

Görünen odur ki gerçekten Abdülhamit haklıdır… 1876 Anayasası Abdülhamit’in çıkarttığı bir anayasadır…

Çıkmasını sağlayan Mithat da olsa, içeriğini saptayan Abdülhamit’tir…

Mithat’ın Anayasa taslağındaki meçlisin bütçeye hâkim olması…

Hükümetin ve bakanların meclis karşısında sorumlu olmaları….

Fikir özgürlüğü ve sürgün yasağı gibi en temel görüşleri hazırlanan bu metinden yer almamış ya da tamamen değiştirilerek kullanılmışlardır…

Çünkü Abdülhamit “Usul ve istidadı (bir şeyi yapmaya hazır olma) memlekete muvafık (başarı sağlayan) olmayan şeylerin” taslağa konmaması yanlısıydı!..

Bu nedenle taslağı hazırlayan 28 (yirmi sekiz) kişiden oluşan taslağı hazırlayıcı Cemiyet-i Mahsusa adlı komisyonun taslağı da, özellikle padişah yetkilerini sınırlayıcı noktalardan reddetmiştir…

Mithat’ın bu değişikliklere rağmen metnin kabulünü savunmasında, …

Bir yandan İstanbul’da Büyük Avrupa Devletleri temsilcileriyle yapılacak toplantıya yetiştirilerek Osmanlı aleyhtarı akımı önlemek,

Bir yanda da ne olursa olsun bir Anayasaya kavuşarak toplumu daha ileri bir aşamaya ulaştırma isteğinde bulunduğu bes-bellidir…

Her ne kadar içinde sınırlayıcı maddeler de bunsa!...

Düşünülüyordu ki halkın temsilci seçme ve seçtiği bu temsilciler aracılığıyla devletin yönetimine katılma sistemi bir kez kurulunca, kendi dinamizmiyle daha ileri aşamalara ulaşılacağına inanmış olduğu anlaşılıyor…

1876 yılının Haziran ayıyla Aralık ayı arasında ülkedeki mahalle kahvehanelerine kadar her yerde tartışılan anayasa fikrine karşı başlıca üç itirazın belirdiğini bize Niyazi Berkes şöyle anlatıyor…

Halk egemenliğine dayanan meşveret usulü dinimizin kanunu olan şeriata ayar mı?..

Böyle bir rejim, Osmanlı halkları içinde üstün unsur olan İslam milletinin üstünlüğünün sembolü olan Osmanlı hükümdarının egemenlik hakkının yok edilmesi demek değil mi?...

Meşveret meclisi, İslam devletinin dirilmesini mi sağlayacak! Yoksa Batı devletlerinin bir kopyasını ve Hristiyan “millet”lerin bağımsızlığını mı hazırlayacak?...

Böylece tüm anayasa tartışmaları ve bu soruların yanıtlanmasına çalışılması!...

Fakat aydınlığı kavuşturulamaması içinde geçmiştir…

Bu tartışmalarda görülen o dur ki, İlk kez İslami direnç daha sistematik hale gelmişti!...

İslam’ın gerici olmadığını savunan Yeni Osmanlıların bile evvelce fark etmemiş oldukları bir “İslamcı cephe” O döneme göre çok ama çok çok kötü olan Cumhuriyeti Mithat’ın istemiş olması dehrilik (dünya olaylarını tabiattan olduğuna inanan, olup bitenin din ile ilgisi olmadığına inanılan) gibi bir şey ve gâvur yanlısı olmakta suçlayacak içerikli yaftaları, İstanbul’un duvarlarına yapıştıracak bir dinamizm ortaya çıktı!..

Görülüyor ki yeni Osmanlıların da anayasa konusunda kesin bir fikre sahip0 olmamaları, hatta kendi aralarından Namık Kemal ‘i bile anayasaya karşı olmakla suçlayanların çıkabilmesi, bu grubun etkenliğini artırdı!...

Abdülhamit’in kendi yetkileriyle ilgili maddelerde ödün vermez bir tutuma girmesi hatta “imzalamam” diyecek kadar cesaret göstermesinde; kuşkusuz Yeni Osmanlılar cephesinin dağınıklığı kadar ki Mithat’ı da ödün vermeye zorlayan bu olmalıdır ki artık sesini işittirmeye başlayan pasif çoğunluktan başka destek görmemesi de etken olmuştur elbet…

Anayasa çalışmalarının en yoğun dönemine girdiği bir sırada yani 25 Kasım 1876 günü kabul ettiği Belçika elçisine Abdülhamit’in söyle sözler ifade eder…

Anayasa girişimlerine karşı olmadığını ama yerel koşulları göz ardı etmediğini kanıtlamaktadır…

Bu görüşme sonucu Belçika elçisi hükümetine gönderdiği raporda şunları kaydediyor!...

“Sultan yakında reformların uygulamaya konulacağını, anayasanın tamamlanmasıyla yakında ilgilendiğini belirtti!..

Bunun Doğunun özel koşullarına uygun, DOĞAL OLARAK İLKEL, bir anayasa olacağını söyledi…

Esas ve tek ilkenin ırk ve din ayırımı olmadan bütün vatandaşların eşitliği olduğunu ekledi…

Ve devam etti: Eğer Avrupa devletimizin varlığını tehlikeye sokacak nitelikte isteklerde bulunursa, reddeder ve bütün hakkımızla birlikte bir adam kalıncaya kadar her türlü fedakarlıklarda bulunuruz!...

Ve babam gibi, bu konuda Avrupa devletleri arasında müttefikler bulacağıma inanıyorum.”

Evet tamda burada Abdülhamit’in alıştığımız klasik taktiklerinden birini oynadığı ayan beyan görülüyor…

Çünkü Belçika Avrupa devletleri arasında hiç rolü bulunmayan bir küçük devlettir!..

Abdülhamit’in takındığı taktik de “kızım sana diyorum, gelinim sen işit” tir…

Biliyor ki Belçika elçisi bu görüşmeyi Avrupa’nın büyük devletlerine duyuracaktır!...

Böylelikle de Sultan özel antlaşma yapacağı bir güçlü bir müttefik aradığını dosta-düşmana duyurmuş olacaktır!...





Aradığı bu desteği sağlaya bilirse de ülkesinin üstüne çullanmış o dönemin güçlü Avrupa baskısını bölmek ve Mithat’cılara karşı da bir Avrupa gücünün desteğini sağlamak peşinde olduğu ayan-beyan edilmiştir...

Bunu ifade ederken de diğer taraftan da Mithat’cılar türü direnci tam dışlayamadığını söylüyor!..

Anayasanın önemi ise:

Vatandaşların genel haklarını…

Kişisel özgürlüğünün dokunulmazlığını…

Özel Mülkiyet hakları…

Söz söyleme hakları…

 Cemiyet kurma hakları…

Konut dokunulmazlığı….

Açık yargılanmadan cezalandırılmama hakları…

Gibi ilkelere yer vermiş olmasıydı!...

Fakat şunu peşinen kabul etmek gerekiyor ki hiçbirinin Müeyyidesi yani yaptırımı yoktu!...

Önemsememiz gereken şu ki bunlara karşılık ilk kez olarak DİN-DEVLET bileşimi resmileşmiş olarak meşruiyet kazanmış oluyordu…

Anayasa metninin 3-4-5 ve 13. Maddeler ile hükümdarın şarta bağlanmamış yetkilerine ayrıca dinsel bir meşruluk temeli de saylıyorlardı…

Yine padişahın yetkileri ise son derece geniş tutulmuş, Padişah Ayanı seçer, hükümeti seçer ve seçilen hükümet meclise değil padişaha karşı sorumludur!...

Meclisinin yasa yapma yetkisi bile hükümetin önerisine bağlıdır!...

Ve sonsöz de yine padişahındır…

Padişah istediği an seçilmiş meclisi feshi edebilir…

İstediğini sınır dışı edebilir, Padişah bu anayasanın 113. Maddesinde kendisine tanınan yetkisini kullanarak Mithat’ı sınır dışına sürgüne yollamıştır…

Ve padişah bütün bunlardan sonra da “kutsal ve sorumsuzdur”

Görüldüğü gibi geleneksel padişah yetkileri anayasa maddeleriyle daha da pekişmiş ve yasalara bağlanmıştır…

Bu sonucun sağlanmasında Yeni Osmanlılarımın kararsızlıkları ve parçalanmışlıkları kadar Abdülhamit’in tartışmacılık yeteneklerinin rol oynadığı ayan-beyan bellidir!..

O zamana kadar Yeni Osmanlılar karşısında “laf sıkıntısı” ve “gerekçe kısırlığı” çeken pasif çoğunluk

Daha ilk günden itibaren, lider niteliği taşıyan…

Ne istediğini bilen…

Kararlı bir kimseyi bulunca fazla ayrıntısını araştırmadan hemen peşine takıldı sıradan sayılan halk!..

Meclisinin birlikten çok parçalanma getirebileceğine inanlar ise…

Bilgilerini ve hizmetlerini ona arz etmeye başladılar!...

Ne açıdır ki Komisyonda, ortalığı karıştırıcı öneriler ve yapılan tartışmalarla iş sürüncemeye sokuldu!...

Böylelikle gerginlikler arttırıldı!...

Ahmet Cevdet Paşa gibi, “evvelkiler deliydi!..

Anayasa gerekliydi…

İşte akıllı bir padişah bulduk artık ne gereği var” diyenler çıktı!...

Mithat tek başına bunlarla savaşmak zoruna kaldı!...

Ama sonunda Babıali bürokrasisinin yavaş-yavaş padişahın tarafına yönelmeye başladığı kendi gözleriyle gördü!...

Nihat; Harbiye Nezaretinin (korkutup günah işlemekten alı koyan yer-söz) resmi organı Hakikat’te yaptığı açıklamayla “… eğer meclis kuramazsak Bosna’ya, Hersek’e, Bulgar’ı da özellikle tanımak zorunda kalırız!..

Sonra işler Girit’e döner diye yazdırıyordu…

Aynı şeyin Yanya, Manastır, Selanik, İşkodra, Erzurum, Diyarbakır, Suriye ve Bağdat’ta da yinelenebileceği yazıya eklenmişti!..

Ki gerçekten de bu son derece doğruydu!...

Ve gerçekten reformlar bir anayasa çerçevesinde bir meclise bağlanırsa, dış müdahale oyunlarının engellenmesi gerçekleştirile bilinirdi!...

Nitekim bakınız TİMES de 25.08.1876 anayasasının Çarlık Rus taktiklerini alt edebilecek özelliklerini belirtiyor!..

Ve ekliyor eğer teorinin ötesine geçilip uygulanması sağlanırsa Osmanlı, Avrupa’nın en uygar milletlerine yaklaşacak bir girişim diye niteliyor ve İgnatiyef, Osmanlının serbestçe verdiğinin yarısını isterse mantıksız olur” diye ekliyordu!..

Mithat’ı endişelendiren, Osmanlı toplumunu oluşturan ve cemaatler arasında ayrılıkçı eğilimlerin ve özel haklar isteme çabalarının artmış olmasıydı!...

Daha Aziz düşer düşmez, bir Devlet memuru olan Suriyeli Hristiyan Halil Gamen, 08.06.1876 tarihinde Stanboul da yayınladığı bir açık mektubunda Irak, Suriye ve Arabistan da yaşayan 8 (sekiz) milyon Müslüman ve Hristiyan Arab’a eşitlik tanınmasını istemişti!..

Hem de Osmanlı toplumunun yapısını üç dereceli bir sınıflandırmayla açıklayarak: Bunlar Türk ya da Osmanlı unsuru, fethedilmiş (yani nezaketen de olsa esir dememiş) Müslüman elemanlar ve Hristiyan elemanlar!..

Bu tespite göre de böylece ilk kez ikinci sınıf bir Müslüman Osmanlı nüfusu bulunduğu…

Varılan bu sonuca göre de Sadece Türk’e bağlı bir sistemin varlığı iddiası hem de Osmanlının merkezi olan İstanbul’da açıkça ortaya atılmış oluyordu!...

Diğer yandan Rumlar ve Bulgarlar, Sırplar için İstanbul’da Avrupa devletleri konferanslar toplarken…

Ermeni ve Yahudi cemaatleri de ulusal haklarının unutulmaması için yapılan bu konferanslara raporlar sunuyorlardı!..

Osmanlı Ülkesinin içine dağılmış ama hiçbir yerde çoğunluk oluşturamayan grupların bile hak istemelerine karşı Mithat’ın meclis ve anayasa formülü hiç olmazsa bir noktada tartışma yaratsa da!..

Taşradaki çekişmeleri azalta bilirdi!..

Hele İstanbul’daki Tersane Konferansında Balkan eyaletlerinin zaman içinde kopmasına sebep olacak şekilde İngiliz elçisine; elli yıl önceki Sırbistan örneğini de anımsatacak öneriler getirilince…

Mithat yeni bir formül ileri sürmek zorunda kaldı ve Reformları öngören anayasanın uygulanmasının büyük devletlerin güvencesi altına alınması yani Babıali için uluslararası bir zorunluluk haline sokulması…

Avrupa’nın parçalayıcı önerileri yerine “ehveni-i şer” diye sunulmakla birlikte bu öneri bir başka açıdan çok daha tehlikeli olabilirdi!...

Çünkü 1856 Paris Antlaşması’na Islahat Fermanı’nın uygulanmasını Avrupa ipoteği altına sokmak, belki bölgesel özerklik isteklerini önleyecekti!.
Amma en basit olaylara karışmalarına kapıyı açarak devletin bağımsızlık ve egemenliğini sona erdirecekti!...

Böylece de Osmanlı topraklarını paylaşmanın bam başka bir yolu açılmış ya da gündeme gelmiş olacaktı!...

Görünen o dur ki Mithat’ı bu öneriyi yapmaya yönelten şey, alelacele bir yöntemle Tersane Konferansının ilk gününe yetiştirdiği Anayasa’nın ne kamuoyunda ne de asıl belediği yerde yani Konferans temsilcileri üzerinde istediği etkiyi yapmamış olmasıdır!...

Malumunuz üzere Tersane Konferansı’nın ilk günkü toplantısı sırasında toplar atılıp Anayasa’nın ilanı bildirilmişti!...

Fakat Mithat bunun ne etki yarattığını çok merak ediyordu!..

Konferanstan dönen Saffet Paşa’ya şöyle soruyordu!..

…Ne dediler?

 …Ne dediler?..

Saffet Paşa’da…

Ne dediler, çocuk oyuncağı dediler…

Der.

Kısacası Padişah Abdülhamit’in istediği içerik bu damgayı yiyor…

Ama bu damganın sorumlusu da Mithat oluyordu!...

Ne yapacaksın tek adamlık yönetimlerde dönen ve bu günlerde yeni gündem oluşturan “Antin-kuntin” işler işte!..

Birinci Meclis-i Mebussan üzerinde araştırma yapmış olan DEVEREUX’ye göre, İlk anda Osmanlı toplumun tepkisi de pek lehte olmamıştır…

Genellikle çoğunluğu Hristiyan olan gruplar gösteriler yapmış…

Müslümanlar isteksiz ve Şeriat bir kez daha iğfal edildi düşüncesinde olmuşlardır!...

Öyle ki Halep’te karşı gösteriyle kilise basılmasına bile tanık oluyoruz!...

Birçok yerde olduğu gibi Ankara’da da, tipik bir toplantı yapılmıştı…

O sırada Ankara’da bulunan BURNABY isimli bir İngiliz şunları anlatıyor!...

…” emirle toplanan hak Padişah’ın anayasayı ihsan (sağlamlaştırma) ettiğini valinin ağzından dinlemiş, duayı okuyan müftüyle birlikte AMİN demiş, sonra ne olduğunu fazla anlamadan sessizce evlerine dağılmışlardır”…

DEVEREUX’nün belirttiği gibi Avrupa’daki tepki ede olumlu olmadı!...

Anayasa’nın Hristiyanların şikayetlerini azaltacak olması işlerine gelmiyordu…

Anayasa’yı reddetmeleri, başarısız olacağına inançlarından değil, başarılı olabileceği korkusundandı!...

Fakat bu karış çıkmada Çarlık Rusya’sı hepsini bastırıyordu…

Çünkü: Habeşistan, Çin ve İran’la birlikte dünyanın anayasasız dört ülkesinden biri olarak kalmıştı…

Daha da ilginci, Moskova’da Çarlık Rusya’sı içinde Osmanlıda ki gibi anayasa isteyenlerin bildirileri duvarlara asılmış olduğunu NEUE FREİE PRESSE 03.01.1877 tarihli baskısında bu yüzden tutuklamalar olduğunu ve Osmanlı bunlara kötü örnek oluşturduğu yazıyordu…

Mithat’ın, Tanzimatçı ödüncülüğünün “ehven-i şer” mantığından kaynaklanan bu önerisinin asıl zayıf tarafı, Avrupa’ca kabul edildiği şansının azlığı hatta yokluğundaydı!..

Çarlık Rusya’sının kendisinde bulunmayan anayasa ve meşrutiyet rejiminin Ruslarca güvence altına alınmasını istemek büyük çelişki olurdu!...

Hele onların kabul etmesi daha da büyük çelişki olurdu!...

İngiltere’nin ise aynı hakları isteyen Hintlileri reddettiği bir sırada bunu Osmanlıya tanıması kendi kendisiyle tutarsızlığa düşmesi demekti!..

Dolayısıyla İngilizler el altından yapılan bu öneriye yanaşmadılar ve Mithat’ın da toplanan konferans karşısında, ileri sürebileceği başka bir öneri seçeneği kalmadı!...

Mithat: anlaşılan şu ki: “bizden istenen öden değil, İmparatorluğun parçalanmasıdır. Bu bizim için ölüm-kalım sorunu olduğundan hükümet-i şahane bunun gereğine göre hareket edecektir” diyordu…

Bunun üzerine, Tersane Konferansı’nda Avrupa devletlerince Babıali’ye önerilen koşulları görüşmek üzere toplanan 3/4 (dörtte üçü) Müslüman ve 1/4 (dörtte biri) Hristiyanlardan oluşan Meclis-i Umuminin görüşmelerinde, durumun tehlikesi Sadrazam Mithat Paşa tarafından açıkça ortaya kondu!...

Osmanlı politikasının iç yüzünü iye takip ederek bilen İngiliz elçisi Elliot, Sadrazam’ın son derece ılımlı bir konuşma yaptığını savaş tehlikesini iyice belirttiğini hükümetine rapor etmiştir!...

19.01.1877 günü Eski Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa’da Mithat’ın kine benzer bir konuşma yapmış!...

Ve “Hayat ruhla kaimdir. Devletin ruhu bağımsızlıktır. Sözü edilen teklifler de devletimizin ruhunu yok ederek, bizi ruhsuz bir kalıba döndürüyor. Bağımsızlığı kalmayan bir devlet için beka farz olunsa bile namussuz yaşamak caiz değildir. Bunun reddiyle hakkın korunması yolunda her türlü fedakarlığı göze almak namus ve hamiyet vazifesi olduğundan reyimiz katiyen reddi tarafındadır.” Der.

Bu düşünceye karşı çıkanlar olduysa da oylamada Rum ve Ermeni temsilcilerin de dahil olduğu çok büyük kısmı aynı yönde konuştu ve 237 üyenin katıldığı oylamada, Avrupa’nın önerisinin reddi: 2 (iki) ye karşı 235 oyla kabul edildi!..

Mithat, Meclis-i Umumi ve Avrupa temsilcileriyle cebelleşirken, Abdülhamit, olayların ve alınan kararların dışında kalmaya dikkat gösteriyordu!...

21.12.1876 günü Avrupa önerilerini kendisiyle konuşmaya çalışan İngiliz temsilcisine hayatının tehlikede olmasından bahsetmesi, ona “Padişah, zavallı aciz bir yaratıktır ve sorunun çözümü bakımından onun hiçbir önemi yoktur” şeklinde rapor vermek ortamını hazırlıyordu!...

Abdülhamit gibi zeki ve insanları istediği havaya sokmasını bilen bir kimsenin bu davranışını bilinçli olarak yaptığı anlaşılmıyor mu?

Bilal Şimşir’in de belirttiği gibi “Böylece projenin kabulü için yapılacak baskıları kendi üzerinden atıp, tebaasının veya hükümetinin omuzlarına kaydırmak istemiştir! (…)

Gerçekten de bundan sonraki günlerde İngiliz baskılarını Mithat Paşa göğüslemek zorunda kalmıştır!...

İngiliz elçisi ve temsilcisi de Londra’ya raporlarını yazarlarken Padişahın henüz nazırları üzerinde otoriteyi kuramadığını, kurabilseydi konferansın daha olumlu sonuçlara varabileceğini bildiriyorlardı!..

En önemlisi de: “Nazırların v erecekleri ödünleri padişahın karşı çıkmayacağına inandıklarını” belirtmeleridir!...

Anlaşılan o dur ki: ödün verilecekti ve Abdülhamit de bunu kabul ediyor ve kabul ettiğini İngilizlere bildiriyor olmasıydı!...

Ancak kararın kendisinden çıkmamasını arzusundaydı!...

Ve sorumluluğunu hükümetin ve Umumi Meclis’in üstleneceği bir kararı onaylayabildi!...

O kadar!...

Son kez kendisiyle görüşen İngiliz temsilcisi SALİSBURY’e Avrupa önerisini kabule karşı olmadığını ancak nazırlarıyla görüşmeden bir kendisine bir yanıt veremeyeceğini belirtmiştir!..

Salisbury, Nazırlarının etkisinde kalmamasını ve otoriteyi kendi eline almasını padişaha sağlık verdi!...

Salisbury; Ertesi günkü bir notunda da padişahın haklarına saygı gösterebileceğini belirtti!...

Bu, Nihat’tan yana olduğu sanılan İngiliz desteğinin padişaha da verilebileceğinin açık işaretiydi…

Osmanlı tarafında tartışma artık sadece ödünün derecesi üzende oluyordu!..

Mithat ise bu önerilerin içinde iki nokta dışında kalanları kabul edeceğini özel olarak bildiriyordu…

Nazırlarıyla yaptığı toplantılarda ise daha çok dinleyiciydi. Meclis-i Umuminin red karı çıktıktan sonra Salisbury’e yolladığı mektupta Mithat, tümünün kabulünün İmparatorluğun kesin yıkılmasını kabul etmek olacağını bir kez daha anımsatıyordu!...

Tersane Konferansı 20 01.1877 tarihinde bir sonuca varamadan dağıldı!

27.01.1877 tarihinde bütün delegeler ve elçiler, yerlerine işgüderler bırakarak, İstanbul’dan ayrıldılar…

Mithat ise hem Karadağ ve Sırbistan’la barışı bir an önce sağlamak, hem de reformları acele başlatmak için yoğun bir çalışmaya girdi!

Hızla bazı sonuçlara ulaşıp, devletin anayasa ile çözümler getirebileceğini böylece Avrupa müdahalesine gerek kalmayacağını ispatlamak istiyordu!

Bunlar sağlanırsa Çarlık Rusya’nın savaş tehdidi de atlatılmış olabilirdi!...

Görüldüğü gibi ortamın gerginliği karşısında kimde sorumluluk almıyor, herkes sadece Mithat’a bakıyordu!...

Mithat ise tam anlamıyla yapa yalnız kalmıştı!...

İngiliz elçisi Mithat’ın bu yalnızlığının farkına varmış ve İstanbul’dan ayrılmadan önce Londra’ya yolladığı raporunda Mithat’ın 8 (sekiz) gün içinde mutlaka devrilmesinin beklenebileceğini bildirmişti…

04.02.1877 tarihinde hem Londra hem de Viyana hükümetleri Mithat’ın durumunun çok kritik hale geldiği hakkında temsilcilerinden haber aldılar!...

İngiliz İşgüderi, sarayda, Hıdivin yeğeni olan Halim Paşa’nın eniştesi Damat Mahmut’un katıldıkları bir komplonun Mithat’ı devirmeye hazırlandığını bildiriyor “Ama sadrazam kararlı ve azil tehlikesine aldırmıyor” diye ekliyordu!...

Ertesi günü Mithat gemiye bindirilip Ülkeden çıkarıldı!...

Hiç yorum yok: