TÜRKİYE CUMHURİYETİ KURULMADAN ÖNCE:
ANAYASA AVRUPALI MI!DOĞULU MU?
YOKSA İLKEL Mİ OLMAL! …
Her toplumun öncelikleri gibi Osmanlı toplumunun iç
sorunlarının başında yeni bir toplumsal düzen arayışı geliyordu.
Anayasa gerekli miydi?..
Tam uygulansa Osmanlı Devleti’ni parçalamadan kurtara bilir
mıydı?..
Meclis gerekli miydi?...
Meclis birleştirici bir unsur olabilir miydi?..
Gibi bu sorular hep sorulmuştur. Osmanlıyı devletini yani
ülkeyi 30 (otuz) yıl Meclis ’siz ve dondurulmuş bir Anayasa ile keyfi olarak
yöneten Abdülhamit yerine, Anayasa ve Meclisli bir hükümdar olsaydı neler
değişirdi?...
Ama tarih falcılık olmadığından böyle varsayımları ciddiye
elbette ciddiye almayacağız…
Yapacağım açıklamaları toplumsal gelişimin dalgalanmaları
içinde aramaya çalışayım…
III. Selim ile canlandırılan meşveret (bir kişi arasında tartışma
-görüşme-konuşma)sisteminin başlattığı süreç, Gülhane Hattı’yla padişahın kendi
kendini sınırlandırmasına varmış, sonra Tanzimat’ın düzenlenmeleriyle de
devletin ve yerel yönetimlerin danışma meclisleri oluşturulmuştu. Tolum
tarafından bunlara öyle alışılmış öyle düzenli buluşmalar haline gelmişti ki birçok
gözlemcinin de belirttiği gibi 1877 Meclis toplandığında sanki alışılmış bir
kurummuş gibi işlemişti…
Anayasa fikrini savunanlar, bu uygulaması dünyada zaten başarı
göstermiş sistemi, Tanzimat fermanındaki muğlak havasından çıkarıp kesin bir
yapıya kavuşturmayı amaçlıyorlardı…
Özellik 1877’den sonra hortladığını fark etikleri Padişah
keyfiliğini önlemek istiyorlardı…
Peki; Aziz’in tahttan indirilmesiyle resmen gündeme gelen
Anayasa fikrini savunanlar kimlerdir?..
Namık Kemal ve diğer Yeni Osmanlılar sürgündeydi…
Desteklenmesini bekledikleri Sultan Murat karşı çıkmış ve 8
Haziran’da toplanan Meşveret Meclisi de buna gerek olmadığına karar v ermişti…
O dönem Orduya hâkim olan günün kuvvetli adamı Hüseyin Avni
ve sadrazam ile gelenekçi birçok rical yani rütbeli mevki sahibi kişiler de
zaten karşıydılar…
Bu durumda Mithat ve ordunun azınlıktaki anayasacı kanadını
temsil eden Süleyman Paşa ve birkaç ulema kesin olarak azınlıkta kaldılar!..
Böyle olunca da konu gündemde çıkarıldı!..
Daha iki hafta geçmeden bu dengeyi alt-üst eden ve
Meşrutiyet’in kurulmasında rol oynayan rastlantılar birbirini izledi…
Ve Hüseyin Avni öldürüldü!..
Murat delirdi!...
Bunun sonucu olarak en güçlü engeller ortadan kaldırıldı!..
Bu arada Namık Kemal ve arkadaşları sürgünden dönüp
kamuoyunu etkileme rollerini yeniden üstlendiler…
Karşıt grup içinde, Mithat Paşa’ya karşı çıkabilecek
etkinlikte ve düzeyde devlet adamı yoktu…
Çünkü; yeni başbakanımızın deyimiyle her yeni seçilenlerde
eski seçilenler gibi “Abidik-Kubidik” yöntemlerle seçiliyorlardı…
Ve çok önemli bir katkı olarak, beklenmedik şekilde Veliaht
Abdülhamit, anayasanın ilanı koşuluyla tahta çıkmayı kabul etti!..
Oynanan bu etkenin büyük bir ağırlık taşıdığını, Mithat’ın
işini son derece kolaylaştırdığını ve padişahın anayasa metni üzende istediği
ödünleri fazla direnmeden kabul etmesinde başlıca gerekçesi olduğunu kabul
gerekir!..
Eğer Hüseyin Avni’nin ölümü ve Murat’ın delirmesi olmasaydı,
kabul etmemiz gerekiyor ki yazılı bir anayasaya kavuşmamız daha bir süre
gecikecekti…
Ama yine kabul gerektiriyor ki mutlaka Osmanlı toplumunun
gündemine bir gün gelecekti!..
Ve böylece tarihe Mithat Anayasası diye geçecek metin
hazırlığı başladı…
Halbuki gerçekte anayasa metni Mithat’ın tasarladığı anayasa
metninden çok farklıydı!..
Ancak; Mithat’taki “Anayasa fikr-i sabiti” yüzündendir ki
çıkacak metin ne olursa olsun onunla özdeşleştirilecekti!..
C. Mismer anılarında bu tutumun en az on yıl önce de Mithat
da bulunduğunu şöyle anlatmış…
“Fuat Paşa, Mithat’ı ikinci dereceden yararlı, birinci
derecede tehlikeli bulurdu” … Bu adam,
derdi…
Politikanın panzehirlere ilaçlardan daha fazla isyankar
olduğundan hiç kuşkulanmadın, parlamenter rejimde her derde bir deva görüyor” …
Fakat buna karşılık Abdülhamit’in Mithat’ı sürdükten sonra,
yerli ve yabancı basın, resmî belgeler ve muhtıralarında, anayasanın kendi
eseri olduğu yolunda yürüttüğü çok yoğun ve hatta Mithat’ı aşağılayıcı (“Anayasa
nedir bilir miydi diye getirir”) kampanyanın Abdülhamit’in anayasa konusunda
içtenliğini yansıtmak istediği kanaati oluşturuyor insanda…
Nitekim Mithat’ta sürgündeyken, Journal des Debats’ya
gönderdiği 19.08.1877 tarihli mektubundan “Halkına hürriyeti veren padişah”
diye bahseder…
Yine aynı sıralarda yayınladığı kitabında Abdülhamit
rejiminin üç yıl hapse mahkûm ettiği Teodor Kasap da şöyle yazar…” Mithat’ın
sürülmesini izleyen ilk aylarda, Babıali’den çıkan bütün resmi yazılarda
anayasa sözcüğü “Zat-ı Şahanenin ülkeye ve millete kendi girişimiyle
kazandırdığı, iyiliklerimiz, özgürlük ve refahımızın kaynağı ve niteliklerini
eklemek bir adet hükmüne girmişti.” Der.
Görünen odur ki gerçekten Abdülhamit haklıdır… 1876
Anayasası Abdülhamit’in çıkarttığı bir anayasadır…
Çıkmasını sağlayan Mithat da olsa, içeriğini saptayan
Abdülhamit’tir…
Mithat’ın Anayasa taslağındaki meçlisin bütçeye hâkim
olması…
Hükümetin ve bakanların meclis karşısında sorumlu olmaları….
Fikir özgürlüğü ve sürgün yasağı gibi en temel görüşleri
hazırlanan bu metinden yer almamış ya da tamamen değiştirilerek
kullanılmışlardır…
Çünkü Abdülhamit “Usul ve istidadı (bir şeyi yapmaya hazır
olma) memlekete muvafık (başarı sağlayan) olmayan şeylerin” taslağa konmaması
yanlısıydı!..
Bu nedenle taslağı hazırlayan 28 (yirmi sekiz) kişiden
oluşan taslağı hazırlayıcı Cemiyet-i Mahsusa adlı komisyonun taslağı da,
özellikle padişah yetkilerini sınırlayıcı noktalardan reddetmiştir…
Mithat’ın bu değişikliklere rağmen metnin kabulünü savunmasında,
…
Bir yandan İstanbul’da Büyük Avrupa Devletleri
temsilcileriyle yapılacak toplantıya yetiştirilerek Osmanlı aleyhtarı akımı
önlemek,
Bir yanda da ne olursa olsun bir Anayasaya kavuşarak toplumu
daha ileri bir aşamaya ulaştırma isteğinde bulunduğu bes-bellidir…
Her ne kadar içinde sınırlayıcı maddeler de bunsa!...
Düşünülüyordu ki halkın temsilci seçme ve seçtiği bu
temsilciler aracılığıyla devletin yönetimine katılma sistemi bir kez kurulunca,
kendi dinamizmiyle daha ileri aşamalara ulaşılacağına inanmış olduğu anlaşılıyor…
1876 yılının Haziran ayıyla Aralık ayı arasında ülkedeki
mahalle kahvehanelerine kadar her yerde tartışılan anayasa fikrine karşı
başlıca üç itirazın belirdiğini bize Niyazi Berkes şöyle anlatıyor…
Halk egemenliğine dayanan meşveret usulü dinimizin kanunu
olan şeriata ayar mı?..
Böyle bir rejim, Osmanlı halkları içinde üstün unsur olan
İslam milletinin üstünlüğünün sembolü olan Osmanlı hükümdarının egemenlik
hakkının yok edilmesi demek değil mi?...
Meşveret meclisi, İslam devletinin dirilmesini mi sağlayacak!
Yoksa Batı devletlerinin bir kopyasını ve Hristiyan “millet”lerin
bağımsızlığını mı hazırlayacak?...
Böylece tüm anayasa tartışmaları ve bu soruların
yanıtlanmasına çalışılması!...
Fakat aydınlığı kavuşturulamaması içinde geçmiştir…
Bu tartışmalarda görülen o dur ki, İlk kez İslami direnç
daha sistematik hale gelmişti!...
İslam’ın gerici olmadığını savunan Yeni Osmanlıların bile
evvelce fark etmemiş oldukları bir “İslamcı cephe” O döneme göre çok ama çok
çok kötü olan Cumhuriyeti Mithat’ın istemiş olması dehrilik (dünya olaylarını
tabiattan olduğuna inanan, olup bitenin din ile ilgisi olmadığına inanılan)
gibi bir şey ve gâvur yanlısı olmakta suçlayacak içerikli yaftaları,
İstanbul’un duvarlarına yapıştıracak bir dinamizm ortaya çıktı!..
Görülüyor ki yeni Osmanlıların da anayasa konusunda kesin
bir fikre sahip0 olmamaları, hatta kendi aralarından Namık Kemal ‘i bile
anayasaya karşı olmakla suçlayanların çıkabilmesi, bu grubun etkenliğini
artırdı!...
Abdülhamit’in kendi yetkileriyle ilgili maddelerde ödün
vermez bir tutuma girmesi hatta “imzalamam” diyecek kadar cesaret
göstermesinde; kuşkusuz Yeni Osmanlılar cephesinin dağınıklığı kadar ki
Mithat’ı da ödün vermeye zorlayan bu olmalıdır ki artık sesini işittirmeye
başlayan pasif çoğunluktan başka destek görmemesi de etken olmuştur elbet…
Anayasa çalışmalarının en yoğun dönemine girdiği bir sırada
yani 25 Kasım 1876 günü kabul ettiği Belçika elçisine Abdülhamit’in söyle
sözler ifade eder…
Anayasa girişimlerine karşı olmadığını ama yerel koşulları
göz ardı etmediğini kanıtlamaktadır…
Bu görüşme sonucu Belçika elçisi hükümetine gönderdiği
raporda şunları kaydediyor!...
“Sultan yakında reformların uygulamaya konulacağını,
anayasanın tamamlanmasıyla yakında ilgilendiğini belirtti!..
Bunun Doğunun özel koşullarına uygun, DOĞAL OLARAK İLKEL,
bir anayasa olacağını söyledi…
Esas ve tek ilkenin ırk ve din ayırımı olmadan bütün
vatandaşların eşitliği olduğunu ekledi…
Ve devam etti: Eğer Avrupa devletimizin varlığını tehlikeye
sokacak nitelikte isteklerde bulunursa, reddeder ve bütün hakkımızla birlikte
bir adam kalıncaya kadar her türlü fedakarlıklarda bulunuruz!...
Ve babam gibi, bu konuda Avrupa devletleri arasında
müttefikler bulacağıma inanıyorum.”
Evet tamda burada Abdülhamit’in alıştığımız klasik taktiklerinden
birini oynadığı ayan beyan görülüyor…
Çünkü Belçika Avrupa devletleri arasında hiç rolü bulunmayan
bir küçük devlettir!..
Abdülhamit’in takındığı taktik de “kızım sana diyorum,
gelinim sen işit” tir…
Biliyor ki Belçika elçisi bu görüşmeyi Avrupa’nın büyük
devletlerine duyuracaktır!...
Böylelikle de Sultan özel antlaşma yapacağı bir güçlü bir
müttefik aradığını dosta-düşmana duyurmuş olacaktır!...
Aradığı bu desteği sağlaya bilirse de ülkesinin üstüne
çullanmış o dönemin güçlü Avrupa baskısını bölmek ve Mithat’cılara karşı da bir
Avrupa gücünün desteğini sağlamak peşinde olduğu ayan-beyan edilmiştir...
Bunu ifade ederken de diğer taraftan da Mithat’cılar türü
direnci tam dışlayamadığını söylüyor!..
Anayasanın önemi ise:
Vatandaşların genel haklarını…
Kişisel özgürlüğünün dokunulmazlığını…
Özel Mülkiyet hakları…
Söz söyleme hakları…
Cemiyet kurma
hakları…
Konut dokunulmazlığı….
Açık yargılanmadan cezalandırılmama hakları…
Gibi ilkelere yer vermiş olmasıydı!...
Fakat şunu peşinen kabul etmek gerekiyor ki hiçbirinin
Müeyyidesi yani yaptırımı yoktu!...
Önemsememiz gereken şu ki bunlara karşılık ilk kez olarak
DİN-DEVLET bileşimi resmileşmiş olarak meşruiyet kazanmış oluyordu…
Anayasa metninin 3-4-5 ve 13. Maddeler ile hükümdarın şarta
bağlanmamış yetkilerine ayrıca dinsel bir meşruluk temeli de saylıyorlardı…
Yine padişahın yetkileri ise son derece geniş tutulmuş,
Padişah Ayanı seçer, hükümeti seçer ve seçilen hükümet meclise değil padişaha
karşı sorumludur!...
Meclisinin yasa yapma yetkisi bile hükümetin önerisine
bağlıdır!...
Ve sonsöz de yine padişahındır…
Padişah istediği an seçilmiş meclisi feshi edebilir…
İstediğini sınır dışı edebilir, Padişah bu anayasanın 113.
Maddesinde kendisine tanınan yetkisini kullanarak Mithat’ı sınır dışına sürgüne
yollamıştır…
Ve padişah bütün bunlardan sonra da “kutsal ve sorumsuzdur”
Görüldüğü gibi geleneksel padişah yetkileri anayasa
maddeleriyle daha da pekişmiş ve yasalara bağlanmıştır…
Bu sonucun sağlanmasında Yeni Osmanlılarımın kararsızlıkları
ve parçalanmışlıkları kadar Abdülhamit’in tartışmacılık yeteneklerinin rol
oynadığı ayan-beyan bellidir!..
O zamana kadar Yeni Osmanlılar karşısında “laf sıkıntısı” ve
“gerekçe kısırlığı” çeken pasif çoğunluk
Daha ilk günden itibaren, lider niteliği taşıyan…
Ne istediğini bilen…
Kararlı bir kimseyi bulunca fazla ayrıntısını araştırmadan
hemen peşine takıldı sıradan sayılan halk!..
Meclisinin birlikten çok parçalanma getirebileceğine inanlar
ise…
Bilgilerini ve hizmetlerini ona arz etmeye başladılar!...
Ne açıdır ki Komisyonda, ortalığı karıştırıcı öneriler ve
yapılan tartışmalarla iş sürüncemeye sokuldu!...
Böylelikle gerginlikler arttırıldı!...
Ahmet Cevdet Paşa gibi, “evvelkiler deliydi!..
Anayasa gerekliydi…
İşte akıllı bir padişah bulduk artık ne gereği var” diyenler
çıktı!...
Mithat tek başına bunlarla savaşmak zoruna kaldı!...
Ama sonunda Babıali bürokrasisinin yavaş-yavaş padişahın
tarafına yönelmeye başladığı kendi gözleriyle gördü!...
Nihat; Harbiye Nezaretinin (korkutup günah işlemekten alı
koyan yer-söz) resmi organı Hakikat’te yaptığı açıklamayla “… eğer meclis
kuramazsak Bosna’ya, Hersek’e, Bulgar’ı da özellikle tanımak zorunda kalırız!..
Sonra işler Girit’e döner diye yazdırıyordu…
Aynı şeyin Yanya, Manastır, Selanik, İşkodra, Erzurum,
Diyarbakır, Suriye ve Bağdat’ta da yinelenebileceği yazıya eklenmişti!..
Ki gerçekten de bu son derece doğruydu!...
Ve gerçekten reformlar bir anayasa çerçevesinde bir meclise
bağlanırsa, dış müdahale oyunlarının engellenmesi gerçekleştirile bilinirdi!...
Nitekim bakınız TİMES de 25.08.1876 anayasasının Çarlık Rus
taktiklerini alt edebilecek özelliklerini belirtiyor!..
Ve ekliyor eğer teorinin ötesine geçilip uygulanması
sağlanırsa Osmanlı, Avrupa’nın en uygar milletlerine yaklaşacak bir girişim
diye niteliyor ve İgnatiyef, Osmanlının serbestçe verdiğinin yarısını isterse
mantıksız olur” diye ekliyordu!..
Mithat’ı endişelendiren, Osmanlı toplumunu oluşturan ve
cemaatler arasında ayrılıkçı eğilimlerin ve özel haklar isteme çabalarının
artmış olmasıydı!...
Daha Aziz düşer düşmez, bir Devlet memuru olan Suriyeli
Hristiyan Halil Gamen, 08.06.1876 tarihinde Stanboul da yayınladığı bir açık
mektubunda Irak, Suriye ve Arabistan da yaşayan 8 (sekiz) milyon Müslüman ve
Hristiyan Arab’a eşitlik tanınmasını istemişti!..
Hem de Osmanlı toplumunun yapısını üç dereceli bir
sınıflandırmayla açıklayarak: Bunlar Türk ya da Osmanlı unsuru, fethedilmiş
(yani nezaketen de olsa esir dememiş) Müslüman elemanlar ve Hristiyan
elemanlar!..
Bu tespite göre de böylece ilk kez ikinci sınıf bir Müslüman
Osmanlı nüfusu bulunduğu…
Varılan bu sonuca göre de Sadece Türk’e bağlı bir sistemin
varlığı iddiası hem de Osmanlının merkezi olan İstanbul’da açıkça ortaya
atılmış oluyordu!...
Diğer yandan Rumlar ve Bulgarlar, Sırplar için İstanbul’da
Avrupa devletleri konferanslar toplarken…
Ermeni ve Yahudi cemaatleri de ulusal haklarının
unutulmaması için yapılan bu konferanslara raporlar sunuyorlardı!..
Osmanlı Ülkesinin içine dağılmış ama hiçbir yerde çoğunluk
oluşturamayan grupların bile hak istemelerine karşı Mithat’ın meclis ve anayasa
formülü hiç olmazsa bir noktada tartışma yaratsa da!..
Taşradaki çekişmeleri azalta bilirdi!..
Hele İstanbul’daki Tersane Konferansında Balkan
eyaletlerinin zaman içinde kopmasına sebep olacak şekilde İngiliz elçisine;
elli yıl önceki Sırbistan örneğini de anımsatacak öneriler getirilince…
Mithat yeni bir formül ileri sürmek zorunda kaldı ve
Reformları öngören anayasanın uygulanmasının büyük devletlerin güvencesi altına
alınması yani Babıali için uluslararası bir zorunluluk haline sokulması…
Avrupa’nın parçalayıcı önerileri yerine “ehveni-i şer” diye
sunulmakla birlikte bu öneri bir başka açıdan çok daha tehlikeli olabilirdi!...
Çünkü 1856 Paris Antlaşması’na Islahat Fermanı’nın
uygulanmasını Avrupa ipoteği altına sokmak, belki bölgesel özerklik isteklerini
önleyecekti!.
Amma en basit olaylara karışmalarına kapıyı açarak devletin
bağımsızlık ve egemenliğini sona erdirecekti!...
Böylece de Osmanlı topraklarını paylaşmanın bam başka bir
yolu açılmış ya da gündeme gelmiş olacaktı!...
Görünen o dur ki Mithat’ı bu öneriyi yapmaya yönelten şey,
alelacele bir yöntemle Tersane Konferansının ilk gününe yetiştirdiği
Anayasa’nın ne kamuoyunda ne de asıl belediği yerde yani Konferans temsilcileri
üzerinde istediği etkiyi yapmamış olmasıdır!...
Malumunuz üzere Tersane Konferansı’nın ilk günkü toplantısı
sırasında toplar atılıp Anayasa’nın ilanı bildirilmişti!...
Fakat Mithat bunun ne etki yarattığını çok merak ediyordu!..
Konferanstan dönen Saffet Paşa’ya şöyle soruyordu!..
…Ne dediler?
…Ne dediler?..
Saffet Paşa’da…
Ne dediler, çocuk oyuncağı dediler…
Der.
Kısacası Padişah Abdülhamit’in istediği içerik bu damgayı
yiyor…
Ama bu damganın sorumlusu da Mithat oluyordu!...
Ne yapacaksın tek adamlık yönetimlerde dönen ve bu günlerde
yeni gündem oluşturan “Antin-kuntin” işler işte!..
Birinci Meclis-i Mebussan üzerinde araştırma yapmış olan
DEVEREUX’ye göre, İlk anda Osmanlı toplumun tepkisi de pek lehte olmamıştır…
Genellikle çoğunluğu Hristiyan olan gruplar gösteriler
yapmış…
Müslümanlar isteksiz ve Şeriat bir kez daha iğfal edildi
düşüncesinde olmuşlardır!...
Öyle ki Halep’te karşı gösteriyle kilise basılmasına bile
tanık oluyoruz!...
Birçok yerde olduğu gibi Ankara’da da, tipik bir toplantı
yapılmıştı…
O sırada Ankara’da bulunan BURNABY isimli bir İngiliz şunları
anlatıyor!...
…” emirle toplanan hak Padişah’ın anayasayı ihsan (sağlamlaştırma)
ettiğini valinin ağzından dinlemiş, duayı okuyan müftüyle birlikte AMİN demiş,
sonra ne olduğunu fazla anlamadan sessizce evlerine dağılmışlardır”…
DEVEREUX’nün belirttiği gibi Avrupa’daki tepki ede olumlu
olmadı!...
Anayasa’nın Hristiyanların şikayetlerini azaltacak olması
işlerine gelmiyordu…
Anayasa’yı reddetmeleri, başarısız olacağına inançlarından
değil, başarılı olabileceği korkusundandı!...
Fakat bu karış çıkmada Çarlık Rusya’sı hepsini bastırıyordu…
Çünkü: Habeşistan, Çin ve İran’la birlikte dünyanın
anayasasız dört ülkesinden biri olarak kalmıştı…
Daha da ilginci, Moskova’da Çarlık Rusya’sı içinde Osmanlıda
ki gibi anayasa isteyenlerin bildirileri duvarlara asılmış olduğunu NEUE FREİE PRESSE
03.01.1877 tarihli baskısında bu yüzden tutuklamalar olduğunu ve Osmanlı
bunlara kötü örnek oluşturduğu yazıyordu…
Mithat’ın, Tanzimatçı ödüncülüğünün “ehven-i şer”
mantığından kaynaklanan bu önerisinin asıl zayıf tarafı, Avrupa’ca kabul
edildiği şansının azlığı hatta yokluğundaydı!..
Çarlık Rusya’sının kendisinde bulunmayan anayasa ve meşrutiyet
rejiminin Ruslarca güvence altına alınmasını istemek büyük çelişki olurdu!...
Hele onların kabul etmesi daha da büyük çelişki olurdu!...
İngiltere’nin ise aynı hakları isteyen Hintlileri reddettiği
bir sırada bunu Osmanlıya tanıması kendi kendisiyle tutarsızlığa düşmesi
demekti!..
Dolayısıyla İngilizler el altından yapılan bu öneriye
yanaşmadılar ve Mithat’ın da toplanan konferans karşısında, ileri sürebileceği
başka bir öneri seçeneği kalmadı!...
Mithat: anlaşılan şu ki: “bizden istenen öden değil,
İmparatorluğun parçalanmasıdır. Bu bizim için ölüm-kalım sorunu olduğundan
hükümet-i şahane bunun gereğine göre hareket edecektir” diyordu…
Bunun üzerine, Tersane Konferansı’nda Avrupa devletlerince
Babıali’ye önerilen koşulları görüşmek üzere toplanan 3/4 (dörtte üçü) Müslüman
ve 1/4 (dörtte biri) Hristiyanlardan oluşan Meclis-i Umuminin görüşmelerinde,
durumun tehlikesi Sadrazam Mithat Paşa tarafından açıkça ortaya kondu!...
Osmanlı politikasının iç yüzünü iye takip ederek bilen
İngiliz elçisi Elliot, Sadrazam’ın son derece ılımlı bir konuşma yaptığını
savaş tehlikesini iyice belirttiğini hükümetine rapor etmiştir!...
19.01.1877 günü Eski Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa’da Mithat’ın
kine benzer bir konuşma yapmış!...
Ve “Hayat ruhla kaimdir. Devletin ruhu bağımsızlıktır. Sözü
edilen teklifler de devletimizin ruhunu yok ederek, bizi ruhsuz bir kalıba
döndürüyor. Bağımsızlığı kalmayan bir devlet için beka farz olunsa bile
namussuz yaşamak caiz değildir. Bunun reddiyle hakkın korunması yolunda her
türlü fedakarlığı göze almak namus ve hamiyet vazifesi olduğundan reyimiz katiyen
reddi tarafındadır.” Der.
Bu düşünceye karşı çıkanlar olduysa da oylamada Rum ve
Ermeni temsilcilerin de dahil olduğu çok büyük kısmı aynı yönde konuştu ve 237
üyenin katıldığı oylamada, Avrupa’nın önerisinin reddi: 2 (iki) ye karşı 235 oyla
kabul edildi!..
Mithat, Meclis-i Umumi ve Avrupa temsilcileriyle
cebelleşirken, Abdülhamit, olayların ve alınan kararların dışında kalmaya
dikkat gösteriyordu!...
21.12.1876 günü Avrupa önerilerini kendisiyle konuşmaya
çalışan İngiliz temsilcisine hayatının tehlikede olmasından bahsetmesi, ona “Padişah,
zavallı aciz bir yaratıktır ve sorunun çözümü bakımından onun hiçbir önemi
yoktur” şeklinde rapor vermek ortamını hazırlıyordu!...
Abdülhamit gibi zeki ve insanları istediği havaya sokmasını
bilen bir kimsenin bu davranışını bilinçli olarak yaptığı anlaşılmıyor mu?
Bilal Şimşir’in de belirttiği gibi “Böylece projenin kabulü için
yapılacak baskıları kendi üzerinden atıp, tebaasının veya hükümetinin
omuzlarına kaydırmak istemiştir! (…)
Gerçekten de bundan sonraki günlerde İngiliz baskılarını
Mithat Paşa göğüslemek zorunda kalmıştır!...
İngiliz elçisi ve temsilcisi de Londra’ya raporlarını yazarlarken
Padişahın henüz nazırları üzerinde otoriteyi kuramadığını, kurabilseydi
konferansın daha olumlu sonuçlara varabileceğini bildiriyorlardı!..
En önemlisi de: “Nazırların v erecekleri ödünleri padişahın
karşı çıkmayacağına inandıklarını” belirtmeleridir!...
Anlaşılan o dur ki: ödün verilecekti ve Abdülhamit de bunu
kabul ediyor ve kabul ettiğini İngilizlere bildiriyor olmasıydı!...
Ancak kararın kendisinden çıkmamasını arzusundaydı!...
Ve sorumluluğunu hükümetin ve Umumi Meclis’in üstleneceği
bir kararı onaylayabildi!...
O kadar!...
Son kez kendisiyle görüşen İngiliz temsilcisi SALİSBURY’e
Avrupa önerisini kabule karşı olmadığını ancak nazırlarıyla görüşmeden bir
kendisine bir yanıt veremeyeceğini belirtmiştir!..
Salisbury, Nazırlarının etkisinde kalmamasını ve otoriteyi
kendi eline almasını padişaha sağlık verdi!...
Salisbury; Ertesi günkü bir notunda da padişahın haklarına
saygı gösterebileceğini belirtti!...
Bu, Nihat’tan yana olduğu sanılan İngiliz desteğinin
padişaha da verilebileceğinin açık işaretiydi…
Osmanlı tarafında tartışma artık sadece ödünün derecesi üzende
oluyordu!..
Mithat ise bu önerilerin içinde iki nokta dışında kalanları
kabul edeceğini özel olarak bildiriyordu…
Nazırlarıyla yaptığı toplantılarda ise daha çok
dinleyiciydi. Meclis-i Umuminin red karı çıktıktan sonra Salisbury’e yolladığı
mektupta Mithat, tümünün kabulünün İmparatorluğun kesin yıkılmasını kabul etmek
olacağını bir kez daha anımsatıyordu!...
Tersane Konferansı 20 01.1877 tarihinde bir sonuca varamadan
dağıldı!
27.01.1877 tarihinde bütün delegeler ve elçiler, yerlerine
işgüderler bırakarak, İstanbul’dan ayrıldılar…
Mithat ise hem Karadağ ve Sırbistan’la barışı bir an önce
sağlamak, hem de reformları acele başlatmak için yoğun bir çalışmaya girdi!
Hızla bazı sonuçlara ulaşıp, devletin anayasa ile çözümler
getirebileceğini böylece Avrupa müdahalesine gerek kalmayacağını ispatlamak
istiyordu!
Bunlar sağlanırsa Çarlık Rusya’nın savaş tehdidi de atlatılmış
olabilirdi!...
Görüldüğü gibi ortamın gerginliği karşısında kimde
sorumluluk almıyor, herkes sadece Mithat’a bakıyordu!...
Mithat ise tam anlamıyla yapa yalnız kalmıştı!...
İngiliz elçisi Mithat’ın bu yalnızlığının farkına varmış ve
İstanbul’dan ayrılmadan önce Londra’ya yolladığı raporunda Mithat’ın 8 (sekiz)
gün içinde mutlaka devrilmesinin beklenebileceğini bildirmişti…
04.02.1877 tarihinde hem Londra hem de Viyana hükümetleri
Mithat’ın durumunun çok kritik hale geldiği hakkında temsilcilerinden haber
aldılar!...
İngiliz İşgüderi, sarayda, Hıdivin yeğeni olan Halim Paşa’nın
eniştesi Damat Mahmut’un katıldıkları bir komplonun Mithat’ı devirmeye
hazırlandığını bildiriyor “Ama sadrazam kararlı ve azil tehlikesine aldırmıyor”
diye ekliyordu!...
Ertesi günü Mithat gemiye bindirilip Ülkeden çıkarıldı!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder